Yolculuk Çeviri – Esma Görmez
Southport’taki yıkıcı saldırıları duyduğumda kalbim kırıldı. Üzüntüm ülkenin dört bir yanındaki insanlar tarafından paylaşıldı. Ancak böylesine iğrenç bir suçun yarattığı endişeyi sadece beyaz olmayan insanlar bilir. Kederimiz ve endişemiz, failin beyaz olmayan bir kişi olması durumunda, medyada daha geniş bir toplumsal kesimi ve suçluluğu tanımlayan bir haber selinin oluşacağı korkusuyla doludur.
Tahmin edilebileceği üzere, failin Müslüman olduğu ve İngiltere’ye ‘küçük bir tekne’ ile geldiği yönündeki açıkça yalan olan haberler; Müslüman topluluklara, sığınma arayan insanlara ve beyaz olmayan topluluklara karşı öfkeli ve devam eden bir şiddet dalgasını tetikledi. Suçla kurulan bağlantının devam etmesi şiddete bir kılıf kazandırmış ve ana akım medyanın, bu meşrulaştırıcı dilin kullanımına ilişkin defalarca yapılan uyarılara rağmen ırkçı ayaklanmaları ‘protestolar’ ve ‘göçmen karşıtı gösteriler’ olarak nitelendirmeye devam etmesini sağlamıştır.
Dil ve üslup önemlidir. Yıllardır siyasetimizi besleyen nefret dili, son aylarda daha da artarak bu boyutta ve vahşette bir şiddet için uygun zemini yaratmıştır. İnsanların arabalarından zorla indirildiği, sokaklarda ve parklarda saldırıya uğradığı, camilerin ‘Müslümanlara ölüm’ diye bağıran insanlar tarafından kuşatıldığı, Müslüman mezarlıklarının tahrip edildiği, insanların -ailelerin- yanan binaların içine sığındığı kundaklama girişimleri, işyerlerinin yağmalandığı ve yerle bir edildiği, duvarlara ‘P***’ yazıldığı korkunç ırkçı saldırılar seyrettik.
Saldırganlar tarafından atılan ‘Tekneleri durdurun’ ve ‘Ülkemizi geri istiyoruz’ gibi sloganlar, doğrudan siyasi liderlerimizin kullandığı sloganlardan uyarlanmıştır. Evet, sosyal medya ve iletişim servisleri dezenformasyon amaçlı yayınlar yapmış ve kasıtlı olarak provokasyonda bulunmuştur; Tommy Robinson ve Elon Musk gibi aktörler de ajan provokatörler olarak işlev görmüştür, ancak bu zararlı faaliyetlere uç noktalarda yaklaşmak ve doğrudan gözümüzün önünde olanları kaçırmak hatadır. Yumruklar ve öfke çevrimiçi sosyal medya tarafından destekleniyor olabilir, ancak ırkçılığın toplumsallaşması ana akım medya ve politikacılar tarafından harekete geçirilmiş ve yönlendirilmiştir.
Medyanın gündem belirleyici rolü hiç bu kadar net olmamıştı. Topluluklar kendilerini daha fazla beklenen şiddete karşı hazırlarken bile ana akım medya açıklamaları beyaz olmayan toplulukların gazını almaya, şiddet olaylarından çıkarılması gereken ‘meşru şikayetleri’ tartışmaya başladı. Medya yazarları, ‘entegrasyon’ düzeyleri ve göçmen sayıları hakkında konuşmak isteyen Nigel Farage gibilerin belirlediği gündemlere teslim oluyor. Bu durum, mağduru suçlamanın en çirkin ve aşağılayıcı şeklidir. Müslümanlar devam eden şiddetli ve sürekli saldırılara maruz kalırken Müslüman toplumunun entegrasyonunu tartışmak nasıl kabul edilebilir?
Bir Müslüman kadın olarak benim mağduriyetim, entegrasyon seviyemin ölçülmesiyle hesaplanmıyor; bunun sebebi Müslüman olmam ve toplumumun on yıllardır aktif bir şekilde şeytanlaştırılmış olması. Şiddetin başladığı bölgelerin birçoğu, çok sayıda göçmenin yaşadığı topluluklar değil, daha ziyade beyazların çoğunlukta olduğu topluluklar. Müslümanlara, göçmenlere ve beyaz olmayan insanlara yöneltilen öfkenin meşruiyeti tartışılamaz. Bunu yapmaya çalışmak, suç ortaklığının ve ırkçılığın bir başka yüzüdür.
İki kademeli polislik¹ hakkındaki tartışma, çarpık bir anlatının bir başka örneğidir. Bu tartışmanın gündeme gelmesi, ana akım medya tarafından onaylanmakta ve meşru bir ulusal mesele olarak kabul edilmektedir, oysa bu tartışmanın bu kadar öne çıkması için pek bir temel yoktur. Polisin, beyaz olmayan topluluklara karşı güç kullanımının orantısızlığı hakkında gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, bu topluluklara karşı bir ayrıcalık sağlandığı fikri tamamen saçmadır. Kütüphanelere ve otellere yapılan kundaklama saldırıları, masum insanlara yönelik şiddetli saldırılar ve mezarların tahrip edilmesi gibi olaylarla, büyük ölçüde barışçıl olan BLM (Siyah Hayatlar Önemlidir) ve Filistin yanlısı yürüyüşlere karşı polis müdahalesini karşılaştırmak inanılmazdır ve bu tür tartışmaların sona erdirilmesi gerekir. Ancak buna rağmen, bu tür çarpık anlatılar desteklenmekte ve yayılmaktadır. Aslında, 2021 yılında Kill the Bill² protestocularına karşı uygulanan daha ciddi ‘isyan suçlamaların’ uygulanırken neden şimdiye kadar bu olaylarda şiddet içeren düzensizlik suçlamalarıyla yetinildiği sorgulanmalıdır.
Bugün, ırkçı protestocuların kendi bölgelerine saldırmasını engellemek için bir araya gelen topluluklar var. Şu ana kadar verilen tepkinin büyük ölçüde barışçıl olduğu düşünüldüğünde, birkaç agresif misilleme olayına aşırı ilgi gösterilmesi mantıksız geliyor. İlginçtir ki, birçok siyasi lider insanlara evde kalmalarını ve sorunun polis tarafından çözülmesini beklemelerini söylüyor. Ancak tarih bize ırkçılık sorununu polis müdahalesiyle çözemeyeceğimizi gösteriyor. Bu çağrı, kendilerini tehdit ve saldırı altında hisseden beyaz olmayan birçok topluluğun duygularına karşı duyarsızlık gösteriyor ve toplulukların destek için harekete geçmesini önemsizleştiriyor.
Tüm beyaz olmayan insanların geçtiği bir hipervijilans modu var; daha önce güvenli hissettiğimiz alanlarda görünürlüğümüzü sorguladığımız bir mod. İster işe gidip gelirken, ister market alışverişi yaparken ya da çocuklarımızı yaz tatilinde dışarıda oynamaya bırakırken olsun, hepimiz kendimiz ve sevdiklerimiz için çoklu risk değerlendirmeleri yapıyoruz. Aklımızda beliren sadece doğrudan fiziksel bir tehdit değil, aynı zamanda rutin etkileşimlerimize sızan ek bir şüphe. Her birimiz arkadaşlarımızın ve komşularımızın ne düşünüyor olabileceğini, besleyebilecekleri sempati veya şikayetleri ya da karşılaşabileceğimiz açık düşmanlığı anlamaya çalışıyoruz. Irklar ve sınıflar arası toplumsal dayanışma eylemleri bu bağlamda acil ve gereklidir. İnsanlar aşırı sağcı ırkçı protestoculara karşı dayanışmalarını göstermek için barışçıl ve sorumlu bir şekilde bir araya gelebilmeli ve bu toplantıları eşdeğer yıkıcılar olarak tanımlama eğilimini reddetmeliyiz; bunlar açılan yaraları iyileştirmek için elzemdir.
Irkçı şiddet durulduğunda, birbirini izleyen hükümetlerin işçi sınıfı topluluklarını maruz bıraktığı ekonomik zararın seviyeleri hakkında sormamız gereken sorular olacaktır. Ancak bunun ‘geride kalan beyaz işçi sınıfının’ ırksallaştırılmış şikayetlerine yönelik bir soru olmasına karşı çıkmalıyız. Topluluklarımızın yeniden inşa edilmesi gerekiyor, ancak bu ancak topluluklarımızı ihmal eden ve zehirleyen nefret dolu politikalara karşı çıkmak yerine birbirimizden nefret etmemizi isteyen bu zehirleyici ruh hali ortamını ortadan kaldırabilirsek gerçekleşebilir.
¹ İki kademeli polislik tartışması, toplumda farklı gruplara yönelik farklı polislik standartlarının uygulanması iddiasından doğmuştur. Bu tartışma aşırı sağcı grupların, müdahaleler tam tersini gösterirken beyaz olmayan topluluklara polisin daha az sert davrandığını öne sürmesi üzerine gündeme gelmiştir.
² Burada bahsedilen olay, 2021 yılında İngiltere’de gerçekleşen “Kill the Bill” protestolarına katılan göstericilere yönelik polis müdahalesi ve sonrasında onlara karşı açılan davalarda kullanılan “isyan” suçlamalarıdır. Bu protestolar, polis yetkilerinin genişletilmesine karşı yapılmıştı.
Bu yazı, ilk olarak 7 Ağustos 2024 tarihinde Tribune’de Shabna Begum imzasıyla yayımlanmıştır. Türkçeleştirdiğimiz versiyonda editöryal kimi değişikliklere gidilmiştir. Yazının orijinalini okumak için tıklayınız.