Gazete Yolculuk Çeviri Kolektifi
Marx kalpsiz bir dünyada kalbi arayan biriydi. Genç yaşlarından itibaren kapitalizmin “insani sorunları” hayatta kalma mücadelesinin gölgesinde kalmasından endişe duydu. Bu sorunların net bir şekilde ortaya çıkacağı, kapitalizmin baskıcı perdesinin kalkacağı ve “insancıl bir toplumun” nihayet ortaya çıkacağı günü dört gözle bekliyordu.
Sosyalistlerin politikalarını açıklamaya çağrıldıkları bir dönemde, sosyalizmin her zaman insanları tahakküm ve sömürüden kurtarmayı amaçlayan insani bir hareket olduğunu ve hala öyle olması gerektiğini bilmek önemlidir. Sosyalizm, gerçekleşmeyecek hayaller ve yabancılaşma yerine gelişmeyi, yaratıcılığı ve hatta manevi zenginleşmeyi teşvik eder.
Sosyalizm 1800’lerin sonlarında kitlesel bir hareket olarak ortaya çıktığında, Yeni Ahit’ten bu yana insancıllıkta en büyük ilerleme olarak müjdelendiğini söylemek abartı olmaz. Taraftarları, sosyalizmin toplumu kurtarmak için gereken vicdani yenilenmeyi sağlayabileceğini biliyordu.
Yirminci yüzyılın başlarında Alman sosyalist Leo Kestenberg, faşizm tufanıyla karşı karşıya olan bir Avrupa için “insanlığa eğitim” sloganını benimsemişti. Sosyalizm mücadelesinin radikal yeni bir hümanizme, sömürü yerine iyiliği ödüllendiren bir topluma doğru bir köprü görevi görebileceğini umuyordu. “Marksizmin Papası” olarak adlandırılan Karl Kautsky, “ulusu kurtarmanın” (aklında ABD vardı) bir yolu olarak “Sosyalist vicdan” kavramını ortaya atmıştır.
Birkaç on yıl sonra, Salvador Allende Şili Parlamentosu’ndaki açılış konuşmasında, sosyalizmi ülkeye anlam katabilecek bir “misyon” olarak tanımlayarak benzer şekilde coşkulu tonlarda konuşmuştu:
“Genel olarak insanlar, özel olarak da gençler, kendilerine yeni bir yaşama sevinci aşılayacak ve varoluşlarına saygınlık kazandıracak bir misyon duygusunu nasıl geliştirebilirler? Kendimizi, şimdiye kadar ayrıcalıklılar ve mülksüzler olarak bölünmüşlüğüyle aşağılanmış olan insanlık durumunda yeni bir aşamaya ulaşmak gibi kişisel olmayan büyük görevlerin gerçekleştirilmesine adamaktan başka bir yol yoktur… Burada ve şimdi Şili’de ve Latin Amerika’da, yaratıcı enerjileri, özellikle de gençlerin enerjilerini, bize geçmiştekilerden daha fazla ilham veren görevlerde serbest bırakma imkanına ve görevine sahibiz.”
İşte marksist felsefenin özü tam da burada yatıyordu: İnsana dair bir çaba ile ilerlemeye dair durmak bilmeyen bir arayışın kesişiminde…
Büyük Polonyalı-Alman sosyalist Rosa Luxemburg, bir yoldaşına yazdığı mektupta bunu yaşam biçiminde somutlaştırmıştı:
İnsan olmak, eğer öyle olması gerekiyorsa tüm hayatını ‘kaderin devasa terazisine’ sevinçle atmak ve aynı zamanda her günün parlaklığından ve her bulutun güzelliğinden keyif almak demektir… dünya tüm dehşetiyle çok güzeldir ve içinde zayıflar ya da korkaklar olmasaydı daha da güzel olurdu.
Amerikalı sivil haklar örgütleyicisi ve sosyalist Ella Baker da günlük pratiğinde hümanizmi vurgulamıştır. Ona göre örgütlenmenin amacı insan ruhunu uyandırmak ve insanları dünyayı değiştirmeleri için güçlendirmekti. “Işık verin,” demişti Baker ünlü bir sözünde, “insanlar yolu bulacaktır.” Nihai olarak özgürleştirici bir amaca hizmet etse bile insanlara oyuncak muamelesi yapmak sosyalizmin ruhuna aykırıydı.
Eleştirmenler çoğu zaman sosyalizmin etik ve insani yönünü, Marx’ın karşı çıktığı “ütopik” sosyalizmin bir çeşidi olarak karıştırmışlardır. Marx kendi yazılarını, Charles Fourier ve Robert Owen gibi hayal güçleri onları fantezinin yarı büyülü uçuşları değilse bile aşırı idealizm alanına getiren düşünürlerle karşılaştırdı. Kendi çalışmalarını “bilimsel” olarak tanımladı. Ancak bu İngilizce kelime, Almanca orijinali olan “wissenschaft “ın anlamını tam olarak karşılamamaktadır. Bu son terim, bilimin “beşeri bilimlerden” tamamen ayrı tutulduğu İngilizce çağrışımından ziyade, insanın hem doğa hem de beşeri “bilimler” içindeki bütünsel bilgi arayışını ima eder. Marx’ın mevcut koşullara yönelik eleştirisi, insan onurunu gerçekleştirmeye yönelik bir bağlılıkla doluydu – kapitalizmin “ruhsuz” metalarından ve bunun insan benliği üzerindeki etkilerinden üzüntü duyuyordu.
Bir tür post-seküler hümanist üst-ahlak olarak sosyalizmin belki de en büyük teorisyeni, ABD’de en çok 1911 tarihli Fransız Devriminin Sosyalist Tarihi kitabıyla tanınan Jean Jaurès’tir. Jaurès yüzyıl başı Fransa’sının egemen söylemlerini incelemiş ve bunları son derece boğucu bulmuştur. Milliyetçilik, daha yüksek bir alana ilişkin düşünceleri engellemek için kasıtlı bir gerici stratejiydi. Resmi din, çok övülen hayırseverliği yeni bir baskı biçimini gizleyen zararlı bir güçtü. İnsanları örgütlü dinden uzaklaştırıp yeni post-seküler kültlere çeken Teosofi gibi dönemin moda spiritüalizmleri ise, insanların gerçek hayattaki mücadelelerle yüzleşme cesaretini azaltan dilettantist mistisizmler anlamına geliyordu. Jaurès’e göre yalnızca sosyalizm insan vicdanını özgürleştirebilir ve sonsuz insani olanaklar duygusunu yeniden tesis edebilirdi.
Yirminci yüzyılın sonlarında, vicdan Marksizminin en güçlü seslerinden biri, hem Stalin hem de Troçki üzerine yazdığı biyografilerle tanınan Isaac Deutscher’di. Bund yerine Polonya Komünist Partisi’ni tercih eden Galiçyalı bir Yahudi olan Deutscher, hem Doğu’daki devlet sosyalist iktidarının hayal kırıklıklarını hem de Batı’daki Yeni Sol kötümserliğini gözlemlemek için eşsiz bir konumdaydı. Marksizmin kalbindeki temel insan öznelliğine tekrar tekrar dönecekti. Deutscher, her birimizin içinde potansiyel olarak zaten var olan bu insan öznelliğinin kapitalizm tarafından çarpıtıldığını, ezildiğini ve güdükleştirildiğini gözlemledi. Kelimenin tam anlamıyla kişiliğimizi azaltır, bu da ekonomik geçimimiz kadar sosyal refahımıza da zarar verir. Deutscher’e göre sosyalizm; kişiliğimizin gelişerek yeniden bütünleşmesini ve kaybolan parçalarımızın yeniden keşfedilmesini vaat ediyordu.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından, sosyalizmin eleştirel sesi Kübalı fizikçi Celia Hart olmuştu. Kurucu devrimcilerden olan Hart, trajik bir şekilde genç yaşta bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. Ancak “güzel savaş” olarak adlandırdığı şeye yeniden canlılık kazandırmadan önce değil. Küba devlet sosyalizminin içten bir eleştirmeni olan Hart, yine de siyasi partilerin “insanlığın iyileştirilmesindeki” rolünü savundu ve Kübalı şair José Martí’den bir alıntıyı slogan olarak benimsedi: “Yurt insanlıktır.” Marti, sosyalizmin kökenlerine dönülmesi çağrısında bulunarak bir tür Marksist ekümenizm için konuşmuştu. “İnsanlık için gerçeği söyleyen herkese ihtiyacımız var” diyen Hart’ın yazıları 2016 yılında, ölümünden kısa bir süre önce, “Sevmek ya da İsyan Etmek İçin Asla Çok Geç Değildir” başlıklı İngilizce bir kitapta toplandı.
Bu gelenek ve figürlerde, sadece maddi malların kıtlığıyla değil, aynı zamanda saygı, itibar ve kendini gerçekleştirme gibi maddi olmayan, insani değerlerin kıtlığıyla da mücadele etmeye çalışan bir sosyalizm görebiliriz. Ahlaki, ruhsal ve manevi meseleler hiçbir zaman bir kenara atılmamıştır. Çünkü bunların hepsi insan öznesinin özgürce büyümesi ve çiçeklenmesi için ayrılmaz bir bütündür.
“Dinsel değil, ruhani” günümüzün klişelerinden biridir; bu gelenekte bunun yerine “dindar değil, sosyalist” sloganını koyabilir ve farklı bir özlemi dile getirebiliriz: insanlık tarihinin sonu değil, gerçeğin başlangıcı.