Gazete Yolculuk Çeviri Kolektifi
Filistin’in Ortadoğulu destekçileri uzun zamandır Arap ülke liderlerinin İsrail işgaline karşı güçlü bir duruş sergilememesinden yakınıyor. Bunun nedenini anlamak ise çok zor değil.
İsrail ne zaman Filistinlilere yönelik baskılarını arttırsa; Avustralya, Almanya, Fransa, İngiltere ve ABD gibi Batılı müttefikleri hemen harekete geçerek işgalci İsrail’e destek mesajları yayımlar. Medya, İsrail’in suçlarını meşrulaştıran ırkçı söylemleri güçlendirerek ve İsrail’in zalim ve saldırgan olduğu gerçeğini çarpıtmak için elinden geleni yaparak çalışmaya başlar. Batılı devletler, İsrail ordusuna soykırımında yardımcı olmak için milyarlarca dolar değerinde “acil yardım”larını parlamentolarından geçiriyorlar.
İsrail’e tüm bu destekler verilirken, çoğunluğu Arap ve Müslüman olan devletlerin hükümetleri ise boş boş beklemektedir. Bu içler acısı pasiflik, Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın son özel birleşik konferansında bir kez daha sergilendi.
Gazze’deki katliama yanıt olarak acil ve “olağanüstü bir toplantı” olarak tanıtılan konferans sadece bir gün sürdü. Bağırış çağırış ve el kol hareketlerinin ardından Arap ve Müslüman dünyasının bu seçkin temsilcilerinin tek somut talebi “mümkün olan en kısa sürede uluslararası bir barış konferansının toplanması” olarak belirlendi. Bu talep karşısında İsrailliler tir tir titreyeceklerdir (!)
Konferansta bir karar daha alındı; İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırımını bitirmesini sabırla beklerken, Ortadoğulu ve Arap liderler “Mısır’ın Gazze’ye yardım ulaştırma çabalarını destekleme” taahhüdünde bulundular. Alınan bu karar ilk bakıldığında kulağa hoş geliyor. Ancak Mısır’ın şu anda Refah sınır kapısından Gazze’ye geçmekte olan son derece yetersiz yardımı kısıtladığını bilmiyorsanız. Benzer şekilde Mısır son on yedi yıldır Gazze’deki kuşatmanın sürdürülmesinde İsraillilere yardımcı olmaktadır.
Ancak bu nefes kesici alaycılıkla birlikte -zorunlu ziyafet ve fotoğraf fırsatlarının ardından- Arap ve Müslüman dünyasının başarılı bir toplantısı daha tamamlanmış oldu.
Filistinlilerin ve destekçilerinin bu zavallı toplantılara karşı öfke duymalarına şaşmamak gerekiyor. Bu tür etkinliklerde duyulan ateşli retoriği, Filistin halkıyla pratik dayanışma ya da Batı’ya zulmü durdurması için baskı yapma anlamında hiçbir zaman gerçek bir eylem yapılmıyor.
Orta Doğulu devletlerin İsrail ve emperyalist müttefikleri üzerinde koz olarak kullanabileceği hiçbir gücü yok değil. Arap ve Müslüman ülkeler tüm dünyadaki petrol rezervlerinin büyük bölümünü kontrol ediyor; sadece Suudi Arabistan ve Irak tek başlarına dünyanın günlük petrol ihracatının yüzde 21’inden fazlasını elinde bulunduruyor. Bu durum da bu ülkelere çok önemli bir koz veriyor. Ancak mesele sadece petrol değil. Mısır’ın sahip olduğu ve işlettiği Süveyş Kanalı küresel ticaret için hayati bir önem taşıyor. Kahire’deki Yeni Zelanda Büyükelçiliği tarafından hazırlanan bir rapora göre, kanaldan taşınan malların değeri yılda 1 trilyon ABD doları ve bu rakam küresel deniz ticaretinin yaklaşık yüzde 30’una tekabül etmektedir. Lloyd’s List’in verilerine göre ise, 2021 yılında bir kaza nedeniyle sadece altı günlüğüne Süveyş Kanalı kapatıldığında, bunun dünya ekonomisine günlük maliyeti 9,6 milyar dolar olmuştu.
Peki Arap ve Müslüman liderler bu gücü neden kullanmıyor?
Çünkü kullanmak istemiyorlar. Küresel kapitalizm ve emperyalizm sisteminin bir parçası olarak, varlıkları bu sistemin genel istikrarı ve karlılığına bağlı. Bu yüzden çoğu, dünya sahnesindeki en güçlü oyuncu olan ABD’nin yanında yer almayı tercih ediyor.
Egemen sınıfların diğer üyeleri gibi Arap ve Müslüman devlet başkanları da de etnik, ulusal ya da dini dayanışmaya inanmazlar. Onların tek bağlılıkları kâr ve güçtür. Özellikle de kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Çıkarları ABD ve İsrail ile ittifak yapmayı gerektiriyorsa bunda bir sakınca görmezler.
Tüm bunlarla birlikte, kadınların ve çeşitli azınlıkların temel haklarından mahrum bırakıldığı, yoksulluk ve eşitsizliğin çok yüksek boyutlarda olduğu ülkelere liderlik ediyorlar. Suudi Arabistan veliaht prensi ya da Türkiye cumhurbaşkanı kendi ülkelerindeki Şii ve Kürt azınlıklara şiddetle baskı uygularken Filistinlilere yapılan baskıları neden umursasınlar ki? Bu durum İran’daki İslami diktatörlük için de aynı şekilde geçerlidir. ABD ve İsrail’e karşı yüzeysel düşmanlıklarına rağmen, gerici mollalar neden Filistin’i savunmak için geniş yerel ve bölgesel güçlerini riske atsınlar? Bu rejimler zaman zaman kendilerine popüler bir parlaklık kazandırmak için Filistinlilere uygulanan baskıdan bahsedebilirler, ancak bunu sona erdirmek için somut bir şey ortaya koymazlar.
Elbette bu yaklaşımlarında yalnız değiller. Batılı liderler, bu korkunç zulümleri emperyal gündemlerini meşrulaştırmak için kullanmalarına rağmen, Nazi Almanya’sındaki soykırımı ya da Ruanda ve Ermenistan’daki soykırımları önlemek için hiçbir şey yapmadılar. Burada anlaşılması gereken nokta, egemen sınıfların adalet için mücadele edeceklerine inanılmaması gereğidir.
Dolayısıyla evet, Filistinlilerin dayanışma çağrılarına yanıt vermedikleri için Arap ve Müslüman liderlere kızmalıyız. Ancak buna şaşırmamalıyız. Çünkü eylemsizlikleri kötü politikaların değil, sömürü, rekabet ve savaş üzerine kurulu bir sistemi yönetmeye çalışan egemen güçler olarak konumlarının bir sonucudur. Arap ve Müslüman dünyasının Filistinlilerin kurtuluş mücadelesiyle gerçekten anlamlı bir dayanışma gösterebilmesi için öncelikle kendisini yozlaşmış ve çıkarcı kapitalist elitlerden kurtarması gerekecektir.
Bu yazı, ilk olarak 21 Kasım 2023 tarihinde Redflag’de Omar Hassan imzasıyla yayımlanmıştır. Türkçeleştirdiğimiz versiyonda editöryal kimi değişikliklere gidilmiştir. Yazının orijinalini okumak için tıklayınız.