Yolculuk Blog – Volkan Tozan
Uygun zamanı kollayan bakterilerin çoğalması ve tahribata yol açması gibi birden bire ortaya çıkarlar. Baskılayıcı koşullarda etkisizdirler. Direnç karşısında çuvallarlar. Genel anlamda direnç düşüklüğünü fırsat bilirler. Uyanık ve bir o kadar da zekidirler. Ortamı koklamasını çok iyi bilirler.
Neden mi bahsediyoruz?
Tabi ki liberal kalemşörlerden.
Uzunca bir süredir sessizlikle malul bir çekingenlikle kenarda tutulan/duran aydıncıklarımızdan.
80’lerin sonuna doğru bireyi keşfeden, Orwell vari denklemlere biat konusunda kusursuzca hizmette sınır tanımayanlardan.
90’larda reel sosyalizmin çözülüşünü fırsat bilerek “Tarihin Sonu” tanımlamasında bulunanlardan.
Yeri geldiğinde hocacı, yeri geldiğinde Ergenekon karşıtı, yeri geldiğinde adeta ricat uygulayan ve yeri geldiğinde “Barış” havarisi kesilenlerden.
Yeni bir süreç, helalleşme ve barış söylemlerinin ardından döşenen taşların arasından ustaca filizlenmeye başladılar yine.
Barış, Demokrasi, süreç, geçmişi ve bugünü titizlikle karalama kampanyasının neferleri olarak ve adeta propaganda bürosu gibi “görev başına” diyerek sarıldılar kalemlerine.
Bizler ilk kurşunu kim atacak derken Halil Berktay çoktan almıştı kalemi eline.
Halil Berktay ile başladık.
Arkası gelecek. Eminiz.
Sol’a ve onun değerlerine çatacaklar önce. Arkasından güzelleme silsilesi ile devam edecekler.
Nekahat dönemi bitti ya canım!
Meydan onlara kalacak. Alışığız.
Dilimizde tüy bitmesine rağmen anlatmaya çalışırız bizde.
Yeri gelecek düşman ilan edilecek yeri gelecek cahillikle ve gençlik heyecanı ile suçlanacağız.
Kıyısından, köşesinden bulaştıkları sol ve sosyalizm argümanlarına başvuracaklar önce.
Dağarcık içinde ne kadar özne, yüklem, tümleç varsa kullanacaklar.
Fiil’ler mi? Zaten asıl düşman o olacak. Amblemlere dahi kılıf bulan Berktay işaret fişeğini yaktığına göre Hadi Uluengin de katılacak bu koroya. Başlayacak yine “cinnet yıllarım” diyerek anılarından sentezlediği saldırı solfejine. Gerçi anılarını oluşturan ne varsa sol karşıtıydı ve karalama kampanyasının en kötü örnekleriydi ama olsun. Yutturacak birilerini muhakkak bulur.
Goebbels’den öğrenmişlerdi tumturaklı yalanların tekrara dayadığında ne kadar etkili olacağını.
Psikolojik harbin en bilindik yöntemlerinden biri olan kimi doğrular üzerine yalanlar bina etmeyi ve ustalaştıkları ne varsa adeta zehir gibi boşaltabilmeyi.
Cengiz Çandar mı? Eksik kalmaz biliriz. O yine daha ağırbaşlı tekrar edecektir solun hatalarını dile getirmeyi. “Ben Pentagon’dayken…” diye başlar lafına. Daha Filistin kamplarındayken “Ben yapamıyorum” diyerek yaslanacak cenah aradığını bilmeyen kesimleri etki altına almaya çalışarak.
Bakınız Halil Berktay başladı bile anıları kurşuna dönüştürmeye. Serbestiyet’te çekti kılıcını ilk önce. Öyle bir başlık atmıştı ki, çap ve kalibre kavramı yetmeyen mermiye rahmet okutur.
“PKK ve Türk solcuları (1) Silâh ve şiddet fetişizmiyle dolu otuz yıl” diyerek bir de devamı gelecek şekilde rakamla bezemiş yazısını.
Ne Kızıl Tugaylar bırakmış, ne RAF. Ne FHKC’ye saldırmadığı kalmış ne de 71 devrimci kopuşuna. Çekmiş kılıcını şövalye. Nereye denk gelirse sallamış hırsla. Ama egemen denklemlere ve onlara dair tek bir kelam etmemiş.
Berktay “İtiraf etmeliyim ki 60’lar ve 70’lerde her iki tarafta büyük bir heyecan ve inanmışlıkla yaşanan bu polemikler, (Sosyalist devrim, Demokratik devrim, mücadele anlayışı tartışmalarını kastediyor) bugün Ortaçağ Hıristiyanlarını düşündüren meleklerin cinsiyeti sorunu kadar uzak geliyor bana.” diyerek koro şefi olmaya çalışırken bu tartışmalarda ilk taşı atanlardan biri olduğunu nedense dile getirmeyi tercih etmemiş. Türkiye’de Çin-Sovyet kutuplaşması yaratarak solun içine kama sokan kendisi değilmiş gibi. Demans desek olmaz, hezeyan desek hiç olmaz. Demans tanımı yapsak onun yer yer rüyalarda dahi olsa hatırlanabilme durumu olur. Dolayısıyla durum patolojik tanımlamaların çok ötesinde.
“…şablonlar dizildi peşpeşe. Ve sonrasında da hiçbiri kendini bu modelcilik, taklitçilik, kalıpçılık dogmatizminden kurtaramadı.” derken üstün körü tanımlamalarla bitirmiş yazısını Berktay. Ne sosyoloji ne siyaset bilimi ne de yakın tarihe ilişkin bir şey dememiş. Oysa gerçekler onun ifade ettiğinin çok ötesinde. Üstelik bugün dahi tekrar tekrar okunması gereken niteliğe sahiptir yaratılan değerler.
Neymiş, dönemin sosyalistleri sınıf ile birleşmemiş. Sadece Tariş, Yeni Çeltek, hatta toplumsal bir halk hareketinin en önemli örneği olan Fatsa dahi hayallerinde göremeyecekleri pratiklerdi oysa. Şefinin düsturuyla grevlere, direnişlere abartısız bir örnek olarak “Maden” filmindeki sarı sendika ağasının “Ruslardan mı öğreniyorsunuz bunları” repliğiyle yaklaşanların hayalleri de olmaz ya neyse.
Evet. İşaret fişeği atıldı.
Barış tartışmalarında siyasal ve sınıfsal perspektif ile değerlendirmelerde bulunanlara oklar bir kez daha fırlatıldı.
Meydan onların olacak bir süreliğine.
Taraf adıyla yeni bir yayın çıkarırlar mı bilemeyiz ama en az Taraf kadar bertaraf bir hal alacaklarını söyleyebiliriz. Defalarca yaşadık. Bu konuda en az onlar kadar deneyim sahibiyiz.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi dilimizde tüy bitecek.
Boşuna dememişler ki “dokuz köyden kovulurlar” diye. On olsa ne yazar!
Kovulsak da buradayız. Bir yere kaçtığımız zaten görülmedi.
Kautsky’den bu yana zaten alışığız aforoz edilmeye. Bu kara çalma yöntemlerine.
Vız gelir tırıs gider diyerek anlatmaya çalışacağız doğru bildiklerimizi. Sınıfsal perspektif diyeceğiz ısrarla.
Baktığınız her yerde biz olacağız. Yazacağız, söyleyeceğiz, haykıracağız.
Onlar da bilirler bizim insanlık, emek ve özgürlük davamızda korkumuz da, nekahat dönemimiz de yoktur.
Mahir’in dediği gibi; “Varsın atsınlar oklarını”.
Biz buradayız!