Yolculuk Blog – Volkan Tozan
“İçinde bulunduğumuz süreç” lafzı ile başlayan cümleleri çok kullandığımız doğrudur. Bunun önemli bir nedeni sınıf savaşının rotasını belirlerken ona şekil verecek niteliğe dair vurgulardır. Gereklidir ve elzemdir. Ancak lafız, fiili anlamda karşılığını bulmuyor/bulamıyorsa burada kronikleşen bir vakıa söz konusudur. Hele ki bu vakıa toplumsal/örgütsel anlamda patolojik semptomlara evrilecek bir ruh haline dönüşüyorsa; eyvahlar olsun. İşte o zaman umudun tohumlarını ekmek başka mevsimleri beklemeyi gerekli kılar. Tıpkı verim alınamayan toprağın bütünsel anlamda ıslahı söz konusu olana dek.
Konstantin Paustovski’nin “Bataklık” isimli romanı her ne kadar sosyalist bir toplumun doğa ve ekoloji ile doğru mücadele ve ısrarına dönük bir yapıt olarak kaleme alınmışsa da içinde birey/toplum, kavga/uyum vb. gibi bir çok noktaya dikkat çeker. İrade ve bilincin harmanlandığı, devrimci mücadelenin tek bir bataklık özgülünde ama içinde tüm coğrafyayı barındıran bir örneğin anlatımıdır.
Eğer söz konusu toplumsal eylem bir bataklığı kurutmaksa, kuşkusuz onun analizini yapmak ve o analiz doğrultusunda harmanlanan ıslahı da, mücadele biçimini de tam anlamıyla yerine getirmek gerekir.
Evet. “içinde bulunduğumuz süreç…” bağlamlı cümleler çokça kuruluyor. Çoğunlukla doğru analizler yapılıyor olsa da eylem anlamındaki fiili duruşlar/dokunuşlar demek ki yetmiyor. Daha da kötüsü her seferinde yanlışlanabiliyor. Dolayısıyla kronikleşen sancı bir çıkış noktası arıyor. Ancak tedavi yanlış olunca semptomlar giderek artan bir şiddet ile devam ediyor.
Yeniden ve Yeniden
Devrimciler her kavgadan bir şeyleri öğrenmiş olarak çıkar. Yenilgilerden de öğrenmesi bilir. Hatalarından ders çıkarır, yolunu ve yöntemini ona göre belirler. Anka kuşu misali her seferinde küllerinden yeniden doğar. Bu onların irade ve bilinç diyalektiği ile ele aldıkları düşünce ve fiiller toplamının niteliğidir. Ancak devrimciler her yeniden başlangıcın tekrarlanan hatalar ile zafere dönüşmeyeceğinin de farkındadırlar.
Örneğin eskiyi beğenmeyerek siyasal anlamda çıkış yapmaya çalışan yapı ve öznelerin niyetlerini tabi ki sorgulamıyoruz. Ancak ortadaki sıkıntının aşılma pratiğinden tutalım da yeniye dönük argüman geliştirme konusunda mevcut fasit döngü aşılamıyorsa ne yeni olanın yaşamda karşılığını bulma şansı oluyor ne de başarı halkası yakalanabiliyor. Zira sorun bir kez daha niyet ve temennilerin ötesinde şekil alıyor. Nitekim hayat gerçeklikler toplamının dışavurumu ise öğretilmiş/öğrenilmiş tüm yanlışlıklar silsilesi başarısızlıkların kapısını aralıyor ve psikolojik yıkımların da zeminini hazırlıyor. Hal böyle olunca da siyasal öznelerin salt muhalif olmanın ötesinde çok kapsamlı duruş ve hareket kabiliyetini yakalayabilmeleri zorunluluk haline geliyor. Hayatın bizatihi içinde ve illüzyondan kopuk bir biçimde pragmatik olanın değil doğru ve programatik duruşları gerekli kılıyor.
Konumuz esas itibariyle giderek artan sömürünün niteliği ve ona karşı verilecek mücadelenin dinamikleri ile alakalıdır. Dolayısıyla sömürü sisteminin acımasızlığına çuvaldızı batırırken iğneyi de muhalefetin hatalarına batırmak elzem hale geliyor. Ve muhalefetin bugün geldiği noktayı “yeniden ve yeniden” lafızlarının ötesinde gerçekçi bir şekilde ele almak ve yönteme de, araçlara da doğru bir perspektiften bakarak çareler bulmak gerekiyor.
Bugün ülkemizde yaşanan gelişmeleri yerelden/küresele bireyden/topluma kadar sınıfsal bağlam içinde ele alabilmek, her parçada bütünü görebilmek hiç olmadığı kadar önem arz ediyor. Kuşkusuz dünyanın hemen her coğrafyasında yaşanan politik değişimlerin, çatışmaların, gerilimlerin kaynağı emperyalist kapitalist sistemin ihtiyaçları ile ilintilidir. Bu bağlamda ülkemizde yaşanan tüm gelişmelerin bununla ilintisi vardır. Dolayısıyla sınıfsal arenada düşman kutbu bu minvalde ele almak, egemen çatışmalara veya çatlaklara hapsolmadan ezilenlerin gündemine odaklanarak çareler üretmek gerekiyor.
Ekonomik anlamda yoksulların daha da yoksullaştığı, geleceksizliğin tavan yaptığı ve faşizmin hayatımızın kılcallarına dek girdiği ve korku imparatorluğunun adeta boş bir sahnede istediği rol ile karşımıza çıktığı ve halkı da, muhalefeti de bu orta oyununa dahil ettiği bir sürecin içindeyiz. Ancak Godot’yu beklercesine oluşan saf muhalefet eğilimi adeta yerelden genele büyüyerek oluşan sandık/zafer veya egemenler içerisindeki gerilimlerden medet umma eğilimine çubuğu bükmüş durumda. 31 Mart seçimlerinde tarihinin en düşük oyunu almasının AKP’nin politikalarını değiştireceğini düşünen ve yumuşama/helalleşme söylemlerinin temelinde de bu medet umma saflığının yattığını söyleyebiliriz. Hatta Özgür Özel bunun en iyi örneğini andıracak şekilde “Önümüzdeki genel seçimde Erdoğan’ın aday olmasını istiyoruz” diyerek onu sandıkta yeneceğiz vurgusu yaparken aslında muhalefeti sandığa hapsedecek pratiğin taşlarını döşüyor. Kötü olan bu değil tabi ki. Nitekim CHP her zaman olduğu gibi tarihsel misyonuna uygun hareket ediyor. İşin esas kötü yanı ise düzen dışı muhalefet güçlerinin bu söylemleri küpeşteden atabilecek ve halkın gerçek gündemini ortaya koyabilecek bir pratik sergilememesi/sergileyememesidir. Muamma buradadır. Kilit buradadır.
Erdoğan ise tüm bu değerlendirmelere rağmen “uyguladığımız ekonomik programın olumlu etkilerini yılın ikinci yarısından itibaren görebileceğiz” derken hem iktisadi hem de siyasal anlamda duruşlarından ödün vermeyeceklerini işaret ediyor. Tarihsel ve sınıfsal karakterinden bir milim dahi geri adım atmıyor. Anayasayı tanımak şöyle dursun, mecliste şiddete dönüşen pratiklerin gösterdiği gerçeklik bunun ifadesidir. Başta ekonomi olmak üzere emekçilerin tüm haklarının tırpanlanması ve krizi onların üzerine yıkmaya çalışması ve bunu da beka söylemleri ile gerekçelendirmeye çalışmaları da şiddetin giderek artacak olan boyutuna işaret etmektedir.
Artvin Hopa’da doğa katliamına dur dediği için insanların üzerine ateş açılması dahi bunun göstergesidir.
Bu ateş herkesi yakar
Yerel seçimlerden sonra yaşanan psikolojik zaferin muhalefet cephesinde giderek sönümlendiği bir durum söz konusu. Her ne kadar muhalefet bunu görmek istemese de kendi gündemini oluşturamadığı ve salt sandığa endeksli hesaplar eşliğinde emekçilerin kalan umutlarını da sönümlendirmekten öte bir pratik sergileyememektedir.
Adeta burjuva parlamentarist bir çizgide ilerleyen emek ve meslek örgütlerinin duruşu da bundan farksızdır. Bakmayın siz sendikaların istatistik çalıştaylarına. Ya da basın açıklamaları ile malul göstermelik meydan okumalara. Esas itibariyle tüm pratiklerin hariçten gazel okuma dışında bir anlamı kalmamıştır. Evde kaynayan tencereden, tarlada kalan üründen, kredi kartlarına hapsolmuş hanelerden, geleceksiz bırakılmış gençlerin yıkımından bir haberdardırlar. Ve kurulu “muhalif düzenin” gidişatına zeval gelmemesi bilinciyle hareket ederek çarkın dişlileri halindedirler.
Tarihin en gaddar uygulamalarının yaşandığı bir sürecin içerisindeyiz. Anayasa’nın rafa kaldırıldığı, tarımın giderek çökertildiği, işsizliğin giderek artan boyutu ve ekonomik yıkım ülkenin tüm emekçi kesimlerini girdabına almış durumda. Yasa, hukuk tanımaz bir iktidarın ve onun sayesinde giderek palazlanan sermayenin cennetinde cehennem koşullarında yaşamaya maruz bırakılıyoruz.
Parlamento’da şiddet, yerel yönetimlerde kayyum, haciz, halkın sırtında ise har daim şakırdayan kırbaç ile biçimlenen sömürü sistemi iliklerimize kadar nüfus etmiş durumda.
Emekçiler çoğunlukla kendiliğindenci eylemlilikler ile grev, iş bırakma, “hükümet istifa” sloganlarıyla tepkisini dışa vurmaya çalışıyor. Başta “ana” olarak tanımlanan muhalefet ise iktidarın kendilerine hediye paketi ile sunulacağını sanarak suya sabuna dokunmayan duruşlar sergiliyor. Bir yandan da sömürücüler ile aynı masaya oturarak manipülasyonun en aptal örneklerini sergilemekten vazgeçmiyorlar.
Neymiş; AKP için için kaynıyormuş. Neymiş; AKP dağılma aşamasındaymış. Neymiş Bahçeli odasında takvim paylaşmış. Birkaç AKP eskisinin lafızları ile kendilerini motive etmek için mi bilinmez ama halkı kandırmak ve yanıltmaktan başka hiçbir şeye yaramayan kimi analitik söylemler ile konum belirlemeye çalışanların gerçekte varolanı devam ettirdikleri açıkça ortadadır.
Bıçak kemiktedir. Tarım üreticilerinin, emekçilerin öfkesi bunun en somut örneklerinden biridir. İktidarın yalana ve manipülasyona dayalı söylemlerinin giderek etkisini yitirdiği de gözükmektedir. Sadece onların mı? Aynı zamanda onlara teşne muhalefetin de maskeleri düşmeye başlamıştır.
Tam da bu anlamda halkın gündemini, açlığı, yoksulluğu, zorbalığı, hukuk tanımazlığı teşhir eden gerçek gündemler üretmek hem iktidarın hem de sahte muhalefetin gerçek yüzünü açığa çıkaracaktır. Bu bağlamda adeta “DEVRİMCİLER GÖREV BAŞINA” dercesine hareket edip geniş bir muhalefet cephesi oluşturmak elzem hale gelmiştir.
Bizler, “İrili ufaklı her itirazın, her direniş ve muhalefetin bir anlamı, sonuç alamasa dahi bir önemi vardır.” derken aynı zamanda bu önemin bir birikime işaret ettiği vurgusuyla hareket ediyoruz. Yeter ki bu birikim aynı havuzda toplanabilsin. Bugün gelinen aşamada her toplumsal kesimin, her dinamiğin ve hatta her kişinin kendi bulunduğu yerden gördüğü gibi direnişlerin sonuç alabilmesi, daha yaygın direnişlere örnek olması ve 23 yıllık karanlık gidişata dur denilebilmesi için en geniş zeminde ve çeşitlilikte bir mücadele birliğidir söz konusu olan.
Aksi taktirde bu ateş herkesi yakacak. Zira mesele ne yenidencilik çıkışlarının ne de ayrışma pratiklerinin çok çok ötesindedir. Ya bu bataklığı kurutacak bir direnç noktası oluşacaktır ya da bataklığın bizi de içine hapsettiği karanlık girdabın içinde kaybolunacaktır.
Tercih bizim!