Yolculuk Blog – Ümit Kaynar
İzmir İktisat Kongresi:
İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) iktidarının Kurtuluş Savaşı öncesi kapitalizme yönelişinin TC’nin hazırlık dönemi olduğu hatırlanmalıdır. Kurtuluş Savaşı sona erdiğinde, daha TC ilan edilmeden 1923’de İzmir İktisat Kongresi toplandı. Kongre’nin oluşumu, delegelerin seçimi, cereyan edişi, işçi sınıfı ve köylülük üreticiler için en baştan ve başlı başına “yolsuzluk”tur. Kongre’de emperyalist sisteme eklenme “bağımsızlık” adı konarak teyid edilip, yabancı sermayeye bağlılık onaylanıyordu. Bu da, ülkenin bağımsızlığının yok edilmesi ve üretici kitlelerin derin bir “yolsuzluk”a maruz kalacağı anlamına geliyordu.
Bu yönelimin adı “bankacılık” olmasına rağmen, salt banka ve mali açıdan değil, tüm toplumsal vektörleri kapsar biçimde somutlanması, hemen 1924’te İş Bankası’nın kuruluşunda kendini gösterir. “Tüm toplumsal vektörler” tamlaması bilerek ve vurgulanarak kullanılmaktadır. Olmayan, oluşturulmaya çalışılan burjuvazi, devletin tüm faaliyetlerinin yoğunlaştırıldığı finans hareketi ile hayata geçiriliyordu. Kuruluş sermayesinin, Mustafa Kemal’in Hint Müslümanları’nın Kurtuluş Savaşı’na yardımından oluştuğunu söylemiştik. “Politikacılar Bankası” olarak kurulan banka, tam da Yakup Kadri’nin bir önceki sayfalarda vurguladığımız gibi, Kurtuluş Savaşı önderlerinin politik liderlere ve yakınlarına sağlanan kredilerle “bürokratik burjuvazi” yaratıldı. Adı Fransızca “aferist”e ithafen rejim tarafından bile aferizm, köşe dönücü, iş bitirici konan bürokratik burjuvazi üret-tir-me yerine yabancı sermayenin iş takipçisidir.
Kemalistlerin yaratıp hâlâ da uyguladığı aldatmacanın aksine köylüye borç-kredi sağlamak için kurulduğu söylenen Ziraat Bankası da tüccarlara kredi verip köylülere yüksek faizle tefecilik yapılmasına aracı oluyordu. Kemal Tahir’in Yedi Çınar Yaylası, Köyün Kamburu, Büyük Mal üçlemesinden özellikle Büyük Mal bu konuya ilişkin ayrıntıları çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır.
Konu gerektirdiği için kemalist-kapitalizmin dönemsel uygulanışı olan “devletçilik”in hiç de başlı başına bir üretim biçimi olmadığını vurgulayalım. Birilerinin “at uşaklığı” yapmak için “kapitalizm ve komünizm dışında üçüncü yol” yakıştırmalarının aksine M. Kemal’in kendi ağzından devletçilik “fertlerin hususi teşebbüslerini esas tutmak… hususi teşebbüslerle yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yapmak…” olarak ifade edilmiştir. Bu da seçilen yolu açık biçimde ortaya koymaktadır. İlerde yine değinmek üzere şimdilik şunu söyleyelim: Aslında devletçilik karşıtı olduğunu söyleyen geleneksel sağ partiler, bütün devlet olanaklarının kendi özel sektörlerine hasredilmesi anlamında en fazla devletçi partilerdir. Bu bağlamda TC tarihinin en fazla özel teşebbüsçü partisi AKP aynı zamanda en devletçi partisidir de.
Belirttik ama yinelemekte yarar var. Bütün amaç, kapitalizmin gelişmesi için burjuvazi yaratmaktı. Bu ise zengin insan yaratmaktı. Tam idealist mantıkla parası çok olanın burjuva-kapitalist olacağı sanılıyordu. Oysa Marx’ın belirttiği üzere insanların siyasal-toplumsal bilinçlerini sosyal yaşamları belirler. Bu yüzden yüz yıldır burjuva gibi burjuva yetiştirilememiş olup mentalitesi dışa bağımlılık, üretim yerine pazarlamacılık olan burjuva varedilmiştir. Kendi dönemine geleceğiz ama çağ atlatıldığını iddia eden teknokrat T. Özal, “Ben zenginleri severim. Peygamber de zenginleri severdi” demesi aslında nitelik olarak hiç bir şeyin değişmediğinin kanıtıdır. Olan İTC’nin “İaşe Yolsuzlukları”nın daha kapsamlı ve tüm yaşamı kucaklar hale getirilmesidir. Bunun için “Atatürk Devrimleri” adı konarak kapitalizme entegre olma reformları yapıldı.
Adı geçen kapitalistleşme yönelimiyle, kemalizmin büyük toprak sahipliğine karşı olduğu illüzyonu yaratıldığı gibi hâlâ da sürdürülmektedir. Oysa bilakis büyük toprak sahipliği ve tarım ürünleri ticareti bu genel yönelişin bir parçası olarak görülmüş ve uygulanmıştır. Yukarda Ziraat Bankası etkinliklerinde değinilmişti. Temellendirilse 1924 Anayasası ile 580 dönüm toprağı işleyenler, 200 küçükbaş, 50 büyükbaş hayvanı olanlar askerden muaf tutulmuştur. 1926’da iki ek kanunla traktör, motorlu pulluklarda kullanılan akaryakıt için gümrük ve tekel vergileri yok sayılmıştır. Aşar’ın kaldırılması da yoksul köylülüğün değil, büyük toprak sahiplerinin çıkarı için yapılmıştır. Her şeyden önce 1924 Anayasası’yla büyük toprakların kamulaştırılmaması, peşin paraya bağlanarak imkansızlaştırılmıştır. (M. Şener, Burjuva Uygarlığının Peşinde, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat, Yordam Kitap, s: 225-226)”
Dizi başlığımızı anımsatarak vurgularsak “Mehmetcik” olarak adlandırılan halk çocukları askerde cephelerde kitleler halinde ölürken bu yaptırılanlar YOLSULSUZLUK değil de nedir?.. Yetmemiş olmalı ki her sorundan fırsat yaratmak kapitalizmin tarihsel geleneğidir. Ticaret burjuvazisi, büyük toprak sahipliği toplumun bütün değerleriyle ödüllendirilirken Osmanlı’dan beri yürürlükte olan “Çalışma Mecburiyeti” adı Milli Korunma Kanunu konarak kır ve kent emekçilerine zorunlu iş mükellefiyeti getirildi. Halk arasında adı “Mükellefiyet” olarak anılan yasa ile ücretler sınırlandırılıyor, iş saatleri uzatılıyor, yoksul köylülere angarya ve yol vergisi getiriliyordu. (M. Şener, age, 212,213,217-223) Ne hikmettir bilinmez (!) halk ve yoksul kesimler açlık çekerken, ekmek karneye bağlanırken bankacılık ve sigortacılık olağanüstü artış gösterdi. Açık ki emperyalizm-kapitalizme uyum gerektiren sektörlerde olağanüstü yükselme olmuştu. Mükellefiyet Kanunu ile ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenlerin Erol Çatma, Kömür Tutulunca, 1. Baskı, Nisan 1977, s:18… 32’ye bakmasını öneririz.
Köy Enstitüleri’nin kemalizmin kapitalistleştirme hedefinin bir parçası olduğu gözden kaçırılmadan, kolektif üretim, çalışma ve aydınlanma vd. olumlu yanlarının örnek alınması gerekir. Konumuzla daha doğrudan ilintisi ise, bunda da köylü ve emekçi üreticilere haksızlık, YOLSULSUZLUK yapılmasıdır. Kentlerde okullar devletçe yapılırken köylerde ilkokullar ve öğretmen lojmanları köylülere yaptırıldı.
Ek 1: Zonguldak Ağıdı (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
Bir kömür, bir uzak, bir kara, bir derin,
Ellerin, yeraltında yitmiş kocaman ellerin.
Yıllarca çalışırsın, gündeliğin on lira,
Açsın, susar kuyular bağıra bağıra
Ko yamyassı ayakların balçık toprağa girsin,
Kim yürürse öldürürler bilirsin.
Zonguldak ölü iki gecede gecede diri bir,
Zonguldak bir Türkiye, bir aç Türkiye değil midir?
Tanrı yeryüzünündür, bir pay düşmez sana,
Sen yeraltındasın, Tanrısızsın, anlasana.
Ek 2: MÜKELLEF
Mükellef ilân oldu gelin dediler
Cehennem deliğine girin dediler
Yeni de kartımı aman elime verdiler
Aman da beyim, vay efendim
Bu nasıl emir?!
Kapandı kapılar, sürüldü demir
Aman da beyim, vay efendim
Künyem yazıldı
İlet mezarlığına kabrim kazıldı.
Mükellef’in önüne astılar bayrak
Ankara’ya gitti gelmedi evrak
Eli binliği verem sürüğüne bırak
Aman da beyim, vay efendim
Bu nasıl emir?!
Kapandı kapılar, sürüldü demir
Aman da beyim, vay efendim
Künyem yazıldı
İlet mezarlığına kabrim kazıldı.
Mükellef’in önünde yerli de kantarlar
Anafora dolanmış, gavur muhtarlar
Mükelleften kaçanı sürgün yaparlar
Aman da beyim, vay efendim
Bu nasıl emir?!
Kapandı kapılar, sürüldü demir
Aman da beyim, vay efendim
Künyem yazıldı
İlet mezarlığına kabrim kazıldı.
(Tavşanlı, Sadık Akçan’dan, İsmail Erçok)
* Halk müziği sanatçısı Nida Ateş’e sevgiyle