Yolculuk Blog – Tuner Tekin
15 yıl önceydi sanırım, İngiltere’de ağırlıkla beyaz İngilizlerin yaşadığı küçük bir yerleşim yerinde markete girdim. Bir anda içerde bulunanlar sessizleşti, soğuk bir hava esti. Sessizliğin nedeninin ben olduğumu anlamam için biraz zaman gerekti. Anladım ki, tenimin rengi bu beyaz üstünlükçü yaratıkların keyfini kaçırmıştı. Ne işim vardı onların mekanında, hatta memleketinde. Yaşadığım ilk ve en tipik göçmen düşmanı an buydu sanırım. Aklıma geldikçe midem bulanır hala. (Son yıllarda Türkiye’de Suriyeli, Kuzey Afrikalı göçmenlere dönük düşmanlık örnekleriyle karşılaşmak, aynı rezilliğin burada da kök saldığını görmek dehşet verici, iç acıtıcı.)
Aradan geçen 15 yıl zarfında İngiltere’de ırkçı, göçmen düşmanı hissiyat büyüdü, yeni toplumsal katmanları etkisi altına aldı. Ezilen halk kesimleri içinde de taraftar bulmaya başladı. Ve geçtiğimiz ay şirazesinden çıktı. Temmuz 2024’te Southport’ta 17 yaşında bir genç tarafından üç küçük çocuğun trajik bir şekilde öldürülmesi aportta bekleyen ırkçı-faşist güçleri harekete geçirdi. Önce müslüman göçmenlere, sonra derisi esmer/siyah olan herkese saldırmaya başladılar. Göçmen merkezlerini, camileri, göçmenlik işleriyle ilgilenen hukuk bürolarını yaktılar, yıktılar. İş yoldan geçenleri durdurdukları kontrol noktaları kurmaya kadar vardı.
Bir kurye işçisinin anlattıkları durumun vehametini çok iyi özetliyordu:
“Son birkaç gündür yaşanan şiddetli saldırıları gördükten sonra artık işe gitmek için dışarı çıkmak konusunda kendimi güvende hissetmiyorum. Ten rengimden, seçtiğim inançtan dolayı, haydutların hedefi olabileceğimi ve tehlike altına girebileceğimi bilerek evimden çıkmaktan korkuyorum. Güvenliğimiz için ailemle evde kalıp gelirimden fedakarlık etmekten başka çarem olmadığını hissediyorum.” (Morning Star Online)
Öte yandan, bu ırkçı faşist çetelere karşı sokaklarda gösterilen direniş ve Britanya çapında organize edilen gösteriler, Gazze soykırımına karşı düzenlenenler gibi umut vericiydi. İngiltere’nin bu ırkçı-faşist alçakların göçmenleri avladıkları bir sahaya kolaylıkla dönüştürülemeyeceğini gösteriyordu. Ancak dişlerini gösteren tehlikenin kapitalizmin derinleşen krizi ile birlikte daha da boyutlanacağı düşünülürse en kötünün geçmişte kalmadığı açık.
Göçmen düşmanlığının yeşerdiği toprak
Göçmen düşmanlığı olgusu, ekonomik krizin vurduğu toplumsal katmanların içine itildiği geçim bunalımı, işsizlik, reel gelir kaybı, geleceksizlik, güvencesizlik bağrında serpiliyor. Bu konjonktürden beslenen ırkçı-faşist partiler göçmen düşmanlığını kışkırtıyor, medya pompalıyor, düzen partileri de oy devşirme aracı olarak kullanıyorlar.
Göçmen düşmanlığı bu koşullar altında Britanya’nın yakıcı bir gerçeği haline geldi. Sokaklarda göçmenlere saldıran faşistler belki sayıca azlar ancak onlara ve yaptıklarına sempatiyle bakanlar hiç de az değil maalesef. Yani çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız. Göçmen düşmanı hissiyatın büyümesiyle aşırı sağ fikirler de toplumsal dokuya sızıyor, geniş kesimleri bataklığına çekiyor yavaş yavaş. Bayağı ırkçılık, göçmen düşmanlığı yanında kültürel şovenizm geçer akçe olmaya, çok kültürlülük sorun olarak görülmeye başlıyor.
Irkçı, faşist partiler ekonomik yıkımın sonuçlarını göçmenlerin varlığıyla ilişkilendirerek ele geçiriyor sıradan insanları. Barınma, işsizlik, düşük ücretler gibi sorunların göçmen varlığının artmasıyla ilişkili olduğunu propaganda ediyor, ancak tüm bu sorunları doğuran emperyalist-kapitalist sistem ve siyasal iktidarların kemer sıkma politikalarını ise görmezden geliyorlar. Haklı öfkeyi yanlış adrese yönlendiriyorlar. Oysa göçmenleri ait oldukları topraklardan koparıp başka coğrafyalarda umut arayan noktaya düşüren de, yerel halkları ekonomik yıkıma uğratıp faturayı göçmenlere çıkaran da aynı sistem.
Kabaran/kabartılan göçmen düşmanı iklim sadece göçmenler için hayati bir mesele değil. Büyüyen ırkçı-faşist hareket tüm toplumu zehirleyen, çürüten etkisiyle kendisi gibi düşünmeyen herkes için büyük bir tehdit oluşturuyor.
Bu tehdit karşısında hedefte olan bütün kesimlerin birlikteliğini sağlayacak örgütlülükler geliştirilmelidir. Öz savunma komiteleri dahil her türlü örgütlülük yaşamsal bir gerekliliktir artık. Krizin derinleşeceği koşullarda göçmen düşmanlığı da boyutlanacak, ırkçı-faşist çetelerin kışkırtıcı hamleleri ortamı daha da gerecektir. Bu saldırganlığın kendisini hedef almayacağını düşünmenin bedeli ağır olabilir.
Evet göçmen düşmanlığına karşı oluşturulacak birlikler çok önemli. Ancak süreci tersine çevirmek kitlesel bir sosyalist hareketin varlığıyla mümkün olabilir. Emekçileri, yoksulları öfke ve umutsuzluk girdabına sokan, göçmen düşmanı bir pozisyona sürükleyenin kim ve ne olduğunu tüm açıklığıyla ortaya koyacak devrimci bir alternatifin kitleselleşmesi, emekçi halk kesimleri içinde kökleşmesi tek çıkar yoldur. Bu başarılmalıdır, aksi bir felakettir.