10 yıl arayla aynı gün yaşanan iki katliamın yıldönümü bugün. 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 7 sosyalist, devrimci öğrenci katledildi. 10 yıl sonra 16 Mart 1988’de ise çok daha korkunç bir katliam gerçekleşti. Irak Kürdistanı’nın Süleymaniye kentine bağlı Halepçe kasabasında uçaklardan atılan kimyasal bombalarla resmi rakamlara göre 6 bin, gayrı resmi rakamlara göre ise 22 bin kişi katledildi.
16 Mart Katliamı
16 Mart 1978’de faşist saldırılar yüzünden İstanbul Üniversitesi’nden toplu olarak çıkan solcu, devrimci öğrencilerin üzerine Eczacılık Fakültesi önüne geldiklerinde bomba atıldı. Saldırıda 7 öğrenci hayatını kaybetti, 41’i ise yaralandı. Hatice Özen, Baki Ekiz, A. Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt ve Cemil Sönmez’i katleden bombayı faşist katil Abdullah Çatlı bir subaydan temin etmişti. Emri veren de MHP lideri Alparslan Türkeş’ti. Bu iki önemli bilgiyi veren ise katliamda kullanılan bombayı atan Zülküf İsot olmuştu. İsot itirafının resmi ifadeye geçmemesi için bir başka ülkücü faşist tarafından öldürüldü. İsot’un öldürülme emrini verenlerin katliamı yapması için ona bomba verenler olduğu açıktı.
Katliamın planlandığı bilgisinin 10 gün öncesinde üniversitedeki polis amirliğine verildiği, olaydan hemen sonra Polis Memurları Dayanışma Derneği (Pol-Der) İstanbul Şubesi tarafından açıklanmıştı. İstihbari bilginin gittiği birimde görevli polislerden biri Reşat Altay’dı. “Devlet için bin operasyon yaptık” diyen Mehmet Ağar’ın ekibinden olan Altay 2007 yılında Hrant Dink cinayeti sırasında tetiği çeken Ogün Samast’ın ve onu azmettirenlerin yaşadığı Trabzon ilinin Emniyet Müdürü’ydü. Bu olayla ilgili açılan davanın sanığı oldu. Altay’ın 16 Mart katliamı sonrasında Abdullah Çatlı ile telefonda görüştüğü de ortaya çıkmıştı.
Tüm bu bilgiler katliamın devlet, sivil faşist güçler işbirliği ile yapıldığını bütün açıklığı ile ortaya koyuyordu. Katliam “faşist güçlerin bütün bir emekçi halkı yıldırıp-teslim yönelik saldırılarından biriydi. Hedefin üniversite olması ise Türkiye gibi ülkelerde gençliğin “toplumun devrimci sınıf ve tabakalarını harekete geçiren bir dinamit fitili” (M. Çayan) olması gerçekliği ile ilgiliydi.
70’li yılların ikinci yarısından itibaren hızlı devrimci saflara akan gençlik bu tür saldırılarla yıldırılmak isteniyordu. Ancak faşist güçler bu amaçlarına, karşılarına can ve kan bedeli bir kararlılıkla çıkan devrimci gençlik örgütlenmeleri yüzünden ulaşamadı. Gençlik devrimci saflardaki yerini almaya artan bir hızla devam etti.
16 Mart katliamı davası bütün açık kanıtlara rağmen 2008’de zamanaşımına uğradı. Karar 2010’da Yargıtay tarafından onanarak kesinleşti. Faşist devlet bir katliam suçundan daha giydiği cezasızlık zırhıyla kurtulmuş oldu.
Halepçe Katliamı, Enfal soykırımı
16 Mart 1988’de Irak Kürdistan’ın Süleymaniye kentine bağlı Halepçe, Duceyde, İnab, Hurmal ve Sirva adlı kasaba ve köylerine Irak ordusuna bağlı uçak ve helikopterlerden siyanür, hardal ve sinir gazları içeren kimyasal bombalar atıldı. Bir tanık yaşanan o anı şöyle anlatıyordu:
“Önce çöp kokusu gibi kötü kokmuştu. Sonra, elma gibi güzel bir koku sardı etrafı. Ardından da yumurta kokusuna benzer bir koku belirdi. Çocukların gözleri kızardığında, kusmaya başladıklarında, hayvanlar sessiz sessiz devrildiğinde ve yapraklar dökülmeye başladığında artık çok geç olduğu anlaşılmıştı…”
5 saat süren saldırıda Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlı 6 bin 357 kişi zehirlenerek öldü, 14 bin 765 kişi de ağır derecede yaralandı. Rapora göre bu kimyasal saldırı, günümüze kadar 43 bin 753 aşkın kişinin ölümüne, 61 bin fazla kişinin de sakat kalmasına sebep oldu. Ölenlerin çoğu çocuk, kadın ve yaşlı erkeklerden oluşuyordu. Çünkü genç ve orta yaşlı erkekler savaş dolayısıyla dağlara çekilmişlerdi.
Halepçe Katliamı Saddam rejiminin Kürt halkına karşı yürüttüğü Enfal adlı soykırımın bir parçasıydı. Adını, dinsel meşruiyet sağlayacağı düşüncesiyle Kuran’daki Enfal (ganimet) suresinden alan harekat 1988 yılının Şubat’ında başladı ve Eylül’de resmen sona erdi.
Bu süreçte katliamlar, yerleşim yerlerini yakıp yıkma, zorla göç ettirme türü gibi zalimce yöntemler uygulandı. 4.500 köy yakıldı, 180 bine yakın insan katledildi. 1 milyondan fazla insan da yerlerinden yurtlarından zorla koparılıp göç ettirildi.
Katliamın simgesi haline gelmiş “sessiz tanık” fotoğrafını çeken Ramazan Öztürk de tanık olduğu vahşeti su sözlerle ifade ediyordu:
“İran – Irak savaşı sırasında özellikle Basra cephesinde ve dünyanın farklı bölgelerinde takip ettiğim savaşlarda toplu cesetler gördüm. Çoğu ateş hattında savaşan askerlerin cesetleriydi. Ancak Halepçe bambaşkaydı. Ölenler arasında savaşçı yoktu. Kadınlar, yaşlılar, çocuklar, bebekler vardı. Kendi evlerinde, sofrada yemek yerken, anneler bebeklerini emzirirken, çocuklar sokakta oynarken zehirli gazlarla öldürüldü. Binlerce insanın cesetleri yerlerdeydi. O an insan olduğunuzdan utanıyorsunuz. ‘Bu nasıl bir kin, nasıl bir nefret’ diyorsunuz.”
Halepçe Katliamı, dört parçaya bölünmüş ülkelerinin özgürlüğü için savaşan Kürt halkının maruz bırakıldığı en vahşi saldırılardan biriydi. Ancak bu katliam da 16 Mart Katliamı gibi halk kitlelerini mücadeleden alıkoymadı. Yaşanan acıları yüreğine gömen ve kendisine yoldaş eden halklar baş eğmedi, savaşmaya devam ediyor.