Yolculuk Blog – Mehmet Yeşiltepe
Kapitalizm geleceği karartarak derinleşiyor.
Kötülük iktidarlaşarak geliyor.
Çocuklar iş, evlilik ve ölüm için erken büyütülüyor.
İçimden bir ses “ilk kurtarılması gereken çocuklardır” diyor.
Geçtiğimiz günlerde AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, İmam Hatip Kurultayı’nda yaptığı konuşmada “Eğer bu topraklardan Müslümanlığı, eğer bu topraklardan ezanı, minareyi, camiyi, Kur’an’ı çekip alırsanız, inanın geriye hiç ama hiçbir şey kalmaz” dedi.
Yaklaşık aynı süreçte sokak hayvanları tehdidi(!) ülkenin en önemli meselesiymiş gibi sunuldu ve devamında tepeden tırnağa kirli bir kampanya eşliğinde katliam yasası çıkarıldı. Son olarak da Narin’in kaybı, aranması, bulunuşu ve katledilme nedenleri, bulandırılmış/yönlendirilmiş şekilde birinci gündem haline geldi.
Tam da bu aşamada, “Ülkede ne oluyor, nelerin konuşulması istenmiyor veya neler gizleniyor?” sorusu akla geliyor. Bu sorunun yanıtı ne yazık ki tek değil ve sanıldığından da büyük problemler söz konusu.
Gerçekte doğru bakan ve doğru gören bir göz, söz konusu vahameti, ortada burjuva anlamda dahi işleyen bir toplumsal yaşam kalmadığını, iktidar sahiplerinin kendi yasalarına ve düzen kurumlarına bile tahammülünün kalmadığını, salt Narin olayında dahi görebilir. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da artık Narin yalnızca Narin, öldürüldüğü Tavşantepe de yalnızca Tavşantepe değildir.
Yıllar öncesinde Voltaire, “Kutsal Roma İmparatorluğu ne kutsaldı, ne Romalıydı ne de imparatorluktu” demişti. Anımsanacak olursa Suriye işgali başladığında “Suriye artık yalnızca Suriye değildir” değerlendirilmesi yapılmıştı. Ukrayna savaşı ve Gazze katliamı başladığında da benzer değerlendirmeler yapıldı.
Narin, yalnızca Narin değildir; onu arayanlar ise ne ararken ne de bulduktan sonra hiç Narin değillerdi.
Gerçek katil kim?
Narin’in öldürülüş nedenini ve aranırken elbirliğiyle başvurulan yanıltma atraksiyonlarını köye, eve, ailesine kadar daraltırsak, asıl nedeni görememiş olacağız. Asıl neden ne, gerçek katil kim? Böyle bir cinayetin işlenebilmesinin toplumsal, kültürel ve ahlaki zemini nedir?
Gerçekte böyle ülke, böyle toplum olmaz. Bu aşamaya nasıl gelindi? Bu, ilk değilse bundan sonra da benzer gelişmeler sürpriz olmayacaksa gerçek katil kim ve nasıl durdurulacak?
Size korkunç bir rakam vereyim: TÜİK’in 2016’dan sonrasını açıklamadığı verilere göre o tarihe kadar günde 32 çocuk kayboldu ya da kaybettirildi. Çocuk istismarı konusunda ülkemiz ne yazık ki dünyada üçüncü sırada. Türkiye Psikiyatri Derneği yaptığı araştırmada, ülkemizde istismara uğramış çocuk oranını yüzde 33 olarak tespit etti. Bu rakam her 3 çocuktan 1’i demektir.
İşte, günde ortalama 32 çocuğun kaybolduğu, her 3 çocuktan birinin istismara uğradığı bir ülkede günlerdir Narin (üstelik sorunu açığa çıkarmak için değil kapatmak için) konuşturuluyor.
Yaklaşık ifadelerle söylüyor ve soruyorum: “İnsanların alım gücü düşerse, az satın alıp az tüketirse ekonomi düzelir” diyenlerin bu sonuçta, bu tabloda hiç mi rolleri/sorumlulukları yok?
Emeklilik yaşının 70’e çıkarılmasının konuşulduğu, tamamlayıcı emeklilikten yani bu alanda da özelleştirmeden bahsedildiği, son olarak bir kararname ile İpek Koza Grubu’nun da Varlık Fonu’na dahil edilmesi ile paralel hazine niteliği taşıyan bu fonun, diğer bir ifadeyle denetlenemeyen ve başında Erdoğan’ın olduğu bu şirketin toplam varlığının 300 milyar doları bulduğunun köşe yazılarında da olsa yazıldığı, ülkenin büyük bir üretim üssü haline getirilmek istendiği ve bunun geleceksizliğin-güvencesizliğin yaygınlaştırılması anlamına geleceğinin dillendirildiği bir süreçte, Narin meselesinin bir oyalayıcı gündeme dönüştürüldüğünü söylemek çok mu abartılı olur?
Elbette Narin hafife alınmaması gereken bir gündemdir ve elbette konuşulmalıdır. Ama konuyu gözbağı veya bilinç çelmeleyici bir olgu haline getirerek değil; gözleri, kulakları ve bilinci açarak konuşulmalıdır. Göz boyayıcı bir yargılama değil gerçek katile vardıran, onu açığa çıkaran bir yargılama yapılmalıdır. Böyle bir bakış açısı zaten bizi, Narin’in köyünün dışına götürür ve sorunlar arasındaki bağı görünür kılar.
İktidarlaşmış kötülükle karşı karşıyayız
Hamlet adlı eserinde yüzyıllar öncesinde “Evet bir çılgınlık var, ama bu çılgınlığın içinde bir metod var” diyen Shakespeare’i doğrularcasına sadece çocuk masumiyetini, sadece insanca yaşam hakkını değil, ilerici insanlığın bugüne dek ürettiği tüm değerleri boy hedefi yapmış bir rejimle, iktidarlaşmış kötülükle karşı karşıyayız.
Marks, Kapital’de “Ölesiye çalışarak kazanma hırsı, başarma güdüsü ve sahip olma tutkusu, ekonomik etkinlikleri insan yaşamının ana hedefi ve amacı haline getirerek, insanın doğal yaşamdan ve ahlaki değerlerden uzaklaşmasına neden olur.” demişti. Marks’ın yüzyıllar önce yaptığı bu değerlendirmenin, işaret ettiği bu tehlikenin hangi aşamaya geldiğine bakılırsa sadece doğal yaşamdan uzaklaşmanın değil doğal yaşama bütünüyle son verilmesi riskinin belirdiğini görürüz.
Narin’in yaşıtları Filistin’de yapay zeka marifetiyle bombalanarak öldürülüyor; ABD’nin, İngiltere’nin ve işbirlikçi bir yığın ülkenin imkanları, bu katliama para, silah ve meşruiyet kılıfı yağdırıyor. Bu tablo, ağıtların, çocukların ve gözyaşının ulusu olmadığını gösteriyor. Yıllar öncesinde şair Ataol Behramoğlu, bu durumu böyle dizeleştirmişti:
“Bebeklerin ulusu yok
Başlarını tutuşları aynı
Bakarken gözlerinde aynı merak
Ağlarken aynı seslerin tonu”
Nazım Hikmet ise “Çocuklara kıymayın efendiler” demişti. Şimdi sadece öldürerek değil, çocuk yaşta sömürerek, ucuz emek olarak kullanarak, istismar ederek, erken büyüterek vb. yöntemlerle çocuklara kıyılıyor. Doğduğunda Narin adı konuluyor, ama ele ele vermiş hoyratlığa kurban ediliyor.
Bugün artık kötülük, tüm dillerde aynı anlama geliyor. Sınıfsal iz sürüldüğünde bütün iktidarların arka kapısı sermayeye açılıyor. Görece özerkliğin de kuvvetler ayrılığının da bir anlamı kalmamış durumda, iktidarın parlamentoda olmadığını çocuklar da biliyor.
12 Eylül’le beraber dinselleşme ile piyasalaşmanın el ele vererek toplumu kuşattığı ve sermayenin dizginsiz yol alışı için fikri, ruhsal veya maddi tüm engellerin ortadan kaldırılması için her yola başvurulduğu bir sürecin sonuçlarıdır bugün yüzleştiğimiz. Bunu emperyalizm olarak da faşizm olarak da sermayenin kötülüğü olarak da okuyabiliriz. Bu bakış açısıyla gerçek kaynağa/katile inildiğinde mücadele hedeflerini doğru seçmek de sonuç almak da mümkün olur.