Devrimcilik
Mozart’ın müzikte
Shakespeare’in şiirde yaptığını
Yaşamın bütününde yapmaktır.
Kapitalizmin sevgisizleştiriciliğine inat,
İmkansızı zorlamak
Ve yaşamın tepeden tırnağa
Sevdaya kesmesini sağlamaktır.
Mutluluk ellerimizde
“Bir öpüyorsun ağzın şaraplaşıyor” dizesinin sahibi Hindistanlı şair Rabindranath Tagore “Uyudum, rüyamda hayatın sevinç olduğunu gördüm, sonra uyandım, hayatın görev olduğunu anladım. Çalışmaya başladığımda, bir de baktım, görev de sevinç olabiliyormuş.” der.
İnsanın mutluluğu nerede ve nasıl araması gerektiğine dair üretimlerin boyutuna çeşitliliğine dair sadece bir örnektir Tagor‘un söyledikleri. Ancak bu türden üretimlerle günümüzde insanın mutluluğu arasındaki açı, şaşırtıcı büyüklükte. Mutluluk için şansımız çokken ve yolu yöntemi çeşitliyken adeta kendi mutsuzluğumuzu kendimiz üretiyoruz. Elbette mutluluk da sınıfsaldır ve elbette gezegeni içindeki canlılarla beraber yaşanmaz hale getirenler, yaşanan tüm sorunların müsebbibidir. Ancak tutsaklık dahil yoklukların ve yoksunlukların tüm hallerinde bizim, köklü çözüm ufkumuzu kaybetmeden yapabileceklerimiz var. Çünkü hayat önümüze koyduğumuz hedeflerde/menzillerden ibaret değildir aynı zamanda o hedeflere varmak için bir yolculuktur.
Girişte kullandığımız ifadede olduğu gibi insanların içindeki iyiyi, bomboşmuş gibi duran karelerin içerdiği potansiyelleri görebilmenin, sadece bir hücrede değil işkence anında bile kendini iyi hissetmenin mümkünlüğünü konuşmak, buna yoğunlaşmak; ne kendini kandırmaktır ne de asli nedenleri ıskalamaktır. Tersine, temel önemdeki kavga için moral, anlam ve enerji biriktirmektir.
Bu yöntemsel bütünlük/diyalektik gereği tanımlarımız “ya hep ya hiç” tuzağına takılmamalı; küçük burjuvaca sabırsızlığa; her şeyin bir anda olmasını istemekten, bir şeylerin ters gitmesini yıkımla özdeş tutmaya kadar uzanan bir tahammülsüzlük veya yöntemsizlik haline düşmemeliyiz.
En güzel devrim tanımlarını biz yaparız
Devrim kavramı hala pek çok insanın dilinde; Erdoğan örneğin Suriye’de olanı “muhteşem devrim” olarak görüyor; bu koroya “devrim” başlığıyla kurulmuş partilerden de katılanlar var. Ne de olsa postmodern çağdayız. Suriye’nin başına getirilen, faşizm/emperyalizm gibi sınıfsal kavramların dışında gündelik bir dille tanımlamak gerekirse o kötülüğü, o belayı ifade edecek kavram bulamazken kimileri partilerinin başındaki “Devrimci”ye rağmen o organize edilmiş cehennemde halklar adına, gelecek adına, insanlık değerleri adına güzel şeyler görebiliyor.
“Yeni yıla girerken başka konu mu yoktu” diye sorulabilir. Doğrudur, ama bazen en kötüyü göstererek anlatmak anlaşılırlığımızı artırıyor.
Suriyelilerin sabah kalktığında kahve eşliğinde Feyruz(*) dinlediğini bilen biri olarak Suriye’nin kurtlar sofrasında paralanmasına gerçekten çok üzüldüm. Oraya saldırıda başat rolü oynayanlar, kendileri ülkelerindeki sınırlı boyuttaki laikliği yok etmekle meşgulken, Suriye’deki Hıristiyan’ından Müsliman’ına Sinni’sinden Alevi’sine kadar geniş yelpazede bir uyuma imkan tanıyan fiili laikliği yokmuş gibi gösterip yerine Cihatçı-Selefi bir ilkellik getirenler bugün mutlu görünüyorlar. Mutlular çünkü hiçbir zaman gerekçe ettikleri bağlamlar içinde halkların sorunları onların “çözüm” masasında olmadı.
Ama başka metinlerin konusu olan bu problemi şimdilik geçip yeniden mutluluğa, devrimciliğe ve yeni yıla dönersek; Örneğin 2024’te bir konuda yaprak dökümü yaşamış olabiliriz. Ama unutmamak gerekir ki yaprak dökümü bazen yeni bir baharın müjdecisidir; yaşanan olumsuzluklar, her şeyin sonu değildir, tersine bazen (ve biz istersek) yeni bir başlangıca sebeptir.
Eleştiri yetmez; gündelik hayatta devrim yapalım
Gündelik hayatın eleştirisini yapan/yazan Lebevre, Marks’tan yaklaşık 100 yıl sonra, modern kapitalist toplumda gündelik hayatın her düzeyinde hayatı anlamdan yoksun bırakan, hayatı sığlaştıran yeni yabancılaşma biçimlerinin yayıldığına dikkat çeker. Bu nedenle de gündelik hayatın eleştirisiyle yetinmez, gündelik hayatta devrim yapmak gerektiğini söyler. Gündelik hayatın estetize edilmesini, içine gizlenmiş şiirselliğin bulunup çıkarılmasını önerir ve “Gündelik hayat bir sanat eseri olsun” der.
Lefebvre’den önce yaşamış olan ve eşcinselliği sebebiyle tutsak alınan Oscar Wilde, “Gündelik hayatın sığlıklarının dışına çıkın, bunu gücünü sevgiden alan sanatla yapın” der.
Tabii ki bunları yapmak, söylemek kadar kolay değil. Ancak söylemden çok yöntem önemlidir. Bunun için 20. yüzyılın devrimlerine rehber, devrim önderlerine yoldaş olan Lenin de bir örnektir; benzer şekilde, hiç yenilmeyen ve yaşamı hep aşkla karşılayan Che de bir örnektir.
Devrimciliği aşkla anlatan, bunu “insanlık aşkı, doğruluk aşkı, adalet aşkı” diye genişleten Che, gerçekte 1968’de ve sonrasında “birini ve herkesi sevin” diyen devrimcilere ilham olmuştur.
Bugün herkesin ve hemen her toplumsal dinamiğin en dar sınırlarına kadar geriletilip bir anlamda kendi alanına hapsedilmek, teslim alınmak istendiği koşullarda, sevgilide toplumu, toplumda sevgiliyi gören bir kavrayış, gerçekte sosyalist ufku akamete uğratmak üzere yaygınlaştırılan “pazar-piyasa-meta” eksenli duruşun panzehiridir, “ben”in sınırlarının “biz”e doğru genişletilmesidir.
Tam da bu bağlamda, sınıflı toplumun yabancılaştırıcı etkisinin en yoğun biçimde hissedildiği günümüz koşullarında yozlaşmanın, bencilliğin, bireyciliğin antitezi olan toplumsallığın, bireyin (aşkın bir tanımına uygun olarak) kendi sınırlarını aşmasını, başkalarına doğru taşmasını gerektirdiği bilindiği oranda gerçekte Che’ye, Che’nin tanımlarına yaklaşılmış oluyor.
Unutmamak gerekir ki kimsenin sevda tohumlarını kök saldığı yerden söküp atamaması gibidir devrimcilikte değerler. Yaşamın her kesitinde içerilmiş haldeki iyiyi, güzeli ve geleceği görebilmektir; kendini değiştirir ve özgürleştirirken bütün bir doğayı da özgürleştirebilmektir; kapitalizme inat erkenden sosyalizmi yaşamak ve yaşatmaktır.
Eğer şarkıdaki gibi bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla Deniz olacaksak; bu, irili ufaklı imkanları önemsemeyi ve bir arada toplamayı yani kapsayıcı olmayı gerektiriyor. İşçisiyle emekçisiyle kadınıyla Kürdüyle Alevisiyle halk olunmalı, birleşik mücadele örgütlenmeli. Bir başka bağlamda Saint Exupery’nin diliyle Küçük Prens‘ten aktararak söylesek “eğer bir kelebeği seviyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekiyor.”
Sonuç yerine:
En güzel devrim şarkılarını söylediğimiz günler de gelecek…