Yolculuk Blog – Mehmet Yeşiltepe
Basından başlıklar
* Katliamcı kardeşler: Netanyahu, ABD Kongresi’nde dakikalarca ayakta alkışlandı!
Netanyahu, binlerce Filistinlinin öldürüldüğü Gazze’nin Refah kentindeki durum için, burada “hiç sivilin öldürülmediğini” iddia etti.
Tesla, SpaceX ve X gibi şirketlerin sahibi Elon Musk, Netanyahu’nun konuşması sırasında kongrede bulundu. Musk da Netanyahu’yu ayakta alkışlayanlar arasında yer aldı.
* 2013-2023 döneminde 7 milyar 506 milyon 378 bin TL’lik vergi borcunun silindiği belirlendi.
* 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’nin ardından CHP’ye geçen belediyelerin elini kolunu bağlayan yasal düzenlemelerin ardından şimdi de borç kartı açıldı. CHP’li belediyelere gönderme yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Maliye Bakanlığı’nın belediyelere borçlarına yönelik tahsilata başlayacağını söyleyerek, “25 kuruşa simit yok” dedi.
* Özgür Özel’e teşekkür etti. Muhalefetin normalleşmesini değerli bulduğunu söyledi.
* İBB’nin yeni zabıta şefi: Soylu’nun talimatıyla kafa kıran bozkurtçu eski Emniyet Müdürü Metin Alper
* Hayvan katliamı yasası çıkarılırken bile Erdoğan’ın sesi yüksek çıkıyor ve “İnsan sevmiyorlar ki bir köpeği nasıl sevecekler?” diyor.
* Vahim tablo: 100 işçiden 85’i sendikasız.
Bu tablo neyin işareti; bundan ne anlamalı ve ne yapmalıyız?
Yukarıdaki listeyi çok daha uzun ve kapsamlı yapmak da mümkün. Ancak artık gündelik hayatta çeşitlenerek karşımıza çıkan, sürekli olarak yüzleştiğimiz bir gerçekliktir bu. Önemli olan bu fotoğrafın sınıfsal ölçeklerle neden-sonuç, özel-genel ilişkisi kurularak doğru yorumlanmasıdır. Aksi takdirde bugün ortalığı kaplamış olan öznelleşme, kişiselleştirme ve hedef şaşırma hali mevcut çaresizlik hissini daha da büyütecek ve bedeli, bir avuç iliştirilmiş işbirlikçi çevre dışında hep beraber ödeyeceğiz. Tam da bu nedenle, bıkmadan usanmadan ısrarla sınıfsal gerçeklere dikkat çekmek, görünür olmasını sağlamak durumundayız.
Evet, dünyaya çok şey oluyor; ama galiba öncelikle (geniş anlamda muhalif kesimleri kast ederek) “bize ne oluyor” diye sormak gerekir. Çünkü bu halimizle dünyada olup biteni anlayıp yorumlayıp başkalarına anlatacak durumda değiliz. Önce Avrupa’da gerçekleşen solun tükenerek sağla, muhafazakar yapılarla aynılaşması, diğer bir ifadeyle tüm partilerin sistemin bekası için çalışan yapılara dönüşmesi, adım adım dünyaya ve bize doğru yayılan bir hastalığı, bir teslim olma halini yansıtıyor.
Fransa’da faşistlerin ilk turda birinci parti olarak sandıktan çıkması sonrasında ikinci turda bu risk karşısında oluşan ittifakın/cephenin Fransa için ilericilik-devrimcilik-sol vadetmek için yeterli olmadığı pek çok nedenle biliniyor. Yani bu “başarı” sandıkta kalacak ve sistem, diğer bir ifadeyle Fransız egemenleri, paylaşım savaşındaki rolleri dahil kaldıkları yerden sömürmeye, yağmaya ve savaşa/öldürmeye devam edeceklerdir.
İşin sınıfsal tarafı/aklı, mevcut gelişmelerde burjuvazi açısından bir tutarlılık olduğunu söylüyor. Çünkü gerçekte muhafazakarlık, gericilik, akıl tutulmaları hep kapitalizme yarar. Burjuva devrimlerinde ve kuruluş sürecinin ilk etabında burjuvazinin önündeki engelleri kaldırana kadar ilerici rol oynaması, kitleleri yedeklemesi vb. gerçekte sistemini kurana kadardı. Sistemini tahkim ettikten sonra kitlelerin her türlü devrimci eylemi ona bir engel, bir tehditti. Sürecin devamında kalıcılık, istikrar vb. adı altında mevcudun aynı sınıf ilişkileri üzerinden muhafazası olmazsa olmaz hale geldi. Bu nedenle burjuvazi için kitlelerin muhafazakarlığı, hurafelere yatkınlığı veya küçük de olsa kurulabilecek çıkar bağları bir çeşit güvence olurken sol, bir alternatif, bir tehdittir.
50 yıllık inşa ve kötülüğün iktidarlaşması
Son 50 yılda piyasacılığı, piyasa değerlerini, piyasa ahlakını tek değer olarak dayatan dünya egemenleri bunda başarılı oldu ve mevcut sonuç doğdu. Bugün artık bizden beklenen ve bir biçimde dayatılan, adıyla sanıyla faşistliği tescilli yapılara olmasa da onun dışında kalan ama sınıfsal özü itibariyle aynı yöne bakan siyasal yapı ve ideolojiyi kanıksamamız. İçimize sinmese dahi başka alternatifimizin olmadığını kabullenmemizdir.
Faşizmin kendisini hala ayak seslerinden ibaret gören, 3. Büyük Savaş’ın başlamadığını zanneden, gerçeklikten kopmuş arkadaşlara “iyi uykular” diledikten sonra dehşet haritasına baktığımızda, dünya ölçeğinde faşizmin alan büyütüyor olmasının da Suriye’den Ukrayna’ya, Gazze’den Ortadoğu’ya, Latin Amerika’dan Afrika ve Pasifik’e kadar yayılmış, derinleşmiş ve çeşitlenmiş savaşın da bizzat tekellerin işi ve ihtiyacı olduğunu söyleyelim. Silah üretimi de ticareti de kullanımı da hiç olmadığı denli büyümüştür; taktik nükleer silah kullanımı için fırsat kollanmaktadır. Bu, en bilinen adıyla üçüncü dünya savaşıdır. Çok daha uzun daha yıkıcı ve yok edici, zararlı ve tehlikeli olduğu/olacağı pek çok veriyle sabittir.
Tam bu noktada temel önemdeki soruya geliyoruz. Nasıl oluyor da kitleler bunca yokluk, yoksulluk, savaş, yıkım ve hatta canavarlık karşısında büyük oranda sessiz kalıyor? Yaşanmakta olan, eğer bir çeşit çaresizlik veya biçimlendirilme ve teslim alınma hali ise bu noktaya nasıl gelindi?
Buna bir çırpıda ve tek bir açıdan yanıt vermek zor. Ancak bu sonucun neoliberalizmin hedefleri içerisinde yer aldığını yani o küresel boyuttaki saldırının hedefinin sadece ekonomi olmadığını, kültürel ve ideolojik boyutu olduğunu, işgalin sadece kıtalardan ibaret olmadığını, beyinlerin de fethinin amaçlandığını, değerlerden beğeni ölçülerine, yaşam biçimlerine kadar insanların kuşatılarak etki altına alınmasının yani kapitalizmin tüm halleriyle içselleşmesinin amaçlandığını söyleyebiliriz.
Bugün sınıfa karşı sınıf bilinciyle karşıtına benzeyerek değil mesafeyi büyüterek her alanda mücadele etmek gerekirken, sınıf mücadelesinin sandıkta oy hesabına, sosyal medyada “beğeni” hesabına kadar daralmış olması, sürecin ruhu ve değişim gereği değil egemen sınıfların başarısıdır. Toplumun “solsuzlaşması,” sağcılaşmayı, sistem içi çözüm aramayı, sağcıdan sağcı beğenmeyi “makul” hale getirdi.
Kimse zamanın ruhu, yapay zeka vb. ile kendini kandırmasın. Bugünün egemen sınıf ilişkileri koşullarında yapay zeka olsa olsa sermaye iktidarlarının elini güçlendirmeye, daha çok sömürüye daha çok kâra ve daha çok yıkıma yarar. Evet onlar bu teknolojiyi çeşitli biçimlerde imkana çevirmeye başladı bile. Halklar ise henüz bunun magaziniyle veya kırıntılarıyla meşgul edilmektedir.
Çıkış; nerede ve nasıl?
“Bir cinnet ortamı yaşanıyor; CHP, AKP’ye teslim oldu; yapacak bir şey yok” deyip boyun eğilmeyecekse genelde tüm insanlık özelde bizzat kendi kişiliğimiz ve geleceğimiz için direnmek ve çözüm aramak gerekiyorsa bunun doğru yerde ve doğru biçimde olması ilk koşuldur. Enseyi karartmak, sadece egemene yarar. Mevcut koşullarda artık kişisel kurtuluş da yoktur; bir aldatmacadan ibarettir. Küçültülen ekmekle, küçültülen yaşam imkanları ve soluk alma koşullarıyla beraber direnme imkanlarını da küçültmek en büyük tuzaktır; “buradan çıkış yok” demek buna inanmak, peşinen kaybetmektir.
Halbuki onların dezavantajlarını, haklılıkta sıfırlanmış hallerini, doğa ve insan karşısında oluşturdukları tehdidi düşündüğümüzde sanıldığının aksine o kadar sağlam bir duruşa sahip olmadıklarını anlarız.
Borsalardan şirketlere ve iktidarlara kadar uzanan sermayenin vahşeti söz konusu. Tam da Brecht‘in yıllar önce söylediği gibi “Borsaları ve şirketleri ve iktidarları/Hepsi halka karşıdır.” Evet bugün belki hipersonik silahları da var yalanları gibi silahları da son model teknoloji ürünü, ama yine Brecht’in dediği gibi “Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak/Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini.”
Tabii ki sözle, ajitasyonla, şiirle, sosyal hesap paylaşımlarıyla yetinmeyeceğiz. Sorunun büyüklüğüne uygun büyüklükte bir çözüm aracına, bir güç toplamına, bir sınıfsal akla ve buluşmaya ihtiyaç var. Artık sorunları saymak bile başımızı döndürüyorsa tablonun kötülüğünü birbirimize anlatmaya değil harekete geçmeye ihtiyaç vardır. Unutmayalım ki şimdi özelde depremde yıkılan Hatay‘ın genelde ülkenin dört bir yanında halkın malına “çökme” yasası olan “Rezerv alanı yasası” AKP ve MHP’nin 209 oyuyla kabul edilirken, çoğunluğu “muhalif” gözüken 281 vekil oylamaya katılmamış. Önümüzdeki günlerde görüşülecek olan hayvan katliamı yasasında da Meclis’te benzer tablonun olması bizleri ne yazık ki şaşırtmayacaktır. Bu örnekler, kimlerden ne bekleyeceğimizin veya beklemememiz gerektiğinin olduğu kadar, çözümü nerede aramamız gerektiğinin de göstergesidir.
Ezilenlerin tarihi, sadece ezilmenin, yıkımın, yokluğun ve acının değil, tarih boyunca her koşulda direnmenin mümkün olduğunun da tarihidir. Sol, doğru tanımıyla bu direnmenin kendisidir; dolayısıyla da muazzam bir birikimin adıdır. Bunun bilincinde olan hiç kimse çözümsüzlükten bahsedemez/bahsetmemelidir. Yine bu tıkanmayı aşacak olan soldur, devrimcilerdir; ittifak bilinci de birlik zemini de aynı birikime dahildir. Bugün bu konuda rol almamak, üzerine düşeni yapmamak halka karşı suça sessiz kalmaktır.
Bu aynı zamanda bir çağrıdır; emeğin de kadının da Kürt’ün de Alevi’nin de olduğu gibi doğanın ve güncel anlamda sokak hayvanlarının hakları ortak paydada buluşturulabildiğinde görülecektir ki bizim değil karşıtlarımızın işi zordur. Bize, tarihimize ve kimliğimize yakışan budur; yol göstermek, ortaklaşmak, direnmek ve kazanmak…