Yolculuk Blog – Ümit Kaynar
27 Mayıs’ın genel değerlendirmesi ayrıca yapılmalıdır. Burada biraz da akla geleni yazıyoruz. 27 Mayıs’ın en önemli sonucu 1961 Anayasası’dır. Belirtmişsek de 61 Anayasası’nın ülkenin gelmiş geçmiş en demokratik Anayasası olduğunu yineleyelim. Bu özelliği nedeniyle sağcıların demokrasiye ne derece bigane oldukları baştan beri belli idi. Bu cenahın Demirel’le maruf Adalet Partisi, Allah ve Peygamberin baş harfleri olduğu propagandasıyla başlayıp anayasa oylamasında “Gözlerime bakın, ne demek istediğimi anlarsınız!” ile devam etti. Demirel başbakan olduktan hemen sonra “Bu Anayasa ile memleket yönetilmez” sözleriyle burjuva demokratik kurallara bile ne derece uzak olduğunu gösteriyordu.
Şunu vurgulamadan geçmeyelim: MBK dönemi ABD ile en fazla anlaşmaların yapıldığı dönemdir. Yine vurgulamadan geçilmeyecek bir özellik de “aşiret reisleri” tanısıyla Kürt önde gelenlerinin Batı Ege bölgesinde “zorunlu ikamet” (sürgün)e gönderilmesidir.
1965 Dönemi ve Önemi:
27 Mayıs’ta ABD müdahalesi Amerikan belgeleriyle sabitlenmiştir. Petrol Kanunu’nun Türkiye’yi akaryakıt mahrumiyeti ve arkasından Johnson Mektubu, İstanbul’da Petrol Yürüyüşü’nde petrolün millileştirilmesi istemini yükseltti. O günlerdeki Halk Ozanları’nın ezgileri bunu kanıtlar.
“Bıçak kemiktedir, olanlar yeter,
Johnson’un borusu tepemde tüter.
Ne işsiz tükenir, ne ekmek yeter,
Amerika yurttan sürülmedikçe.”
-Aşık…
Bu dönemde DP’nin süreğeni olan partilerin çoğunlukta olması sağın güçlülüğünün kanıtı olduğu gibi övünmesinin de nedeni oldu. Bu çoğunluğa rağmen ordunun baskısı ve İnönü’nün siyasal ağırlığı ile İnönü koalisyonları yaşandı. Henüz tarihsel rakibi olacak Demirel ile rekabeti başlamadan Ecevit’e değin sonraki Ecevitdaşların işçilere grev hakkı verdiği uydurması vardır. İnönü koalisyonlarında Çalışma Bakanı olan Ecevit, grev hakkı vermeyi bırakın, TÜRK-İŞ’in davetlisi olarak ülkede bulunan ve işçi sınıfına grevli sendika verilmesi mücadelesi yapan Amerikalı sendikacıyı sınır dışı ettirmiş, işçi sınıfının pratikte somutlaştırdığı grevi, üstelik işverenlere lokavtı ekleyerek kabul ettirmiştir. Bunlar biliniyor, tarafımızdan da yazıldı. Ecevit’in bir “olumlu” haberciliğini de yazalım: 1965 Seçimlerine AP’nin kazanması için ABD’nin müdahale ettiğini Bülent Ecevit CHP Genel Sekreteri iken açıklamıştır.
Geçelim Demirel’e; Demriel bağımsız bir ülkeyi yönetmeyi değil, kendisini yönetime getiren ABD’nin kontr-gerilla stratejisini uygulamaya başladı. 65 seçimlerinde milli artık seçim sistemiyle 15 milletvekili çıkaran TİP ve Sol’a karşı yasal ve yasal olmayan bütün yöntemleri kullandı. TİP’in ve Sol’un etkinliklerine karşı Komünizmle Mücadele Dernekleri, AP Gençlik Kolları, MTTB vd. saldırılar düzenledi. TİP milletvekillerine TBMM’de Demirel’in tahrik ve yönetimiyle Çetin Altan’ın “Nazım Hikmet büyük bir vatan şairidir!” demesi üzerine saldırı ve linç girişimi yapıldı. Tarih tekerrür mü ediyor, 2024 Ağustos’unda şu anki TİP milletvekili Ahmet Şık’a da TBMM çatısı altında saldırı yapıldı. Yine bir Ulubey Atasözü: “ Kaynat katranı olmaz şeker, cinsidir cinsine çeker!” İşin ilginçliği (!) bütün sağ parti ve kuruluşlar solcuların anti-emperyalistliklerinden rahatsız oluyorlardı. Vurgulayarak yineleyelim: Sağ ve sağcılar emperyalizmin ortağı ve destekleyicisidirler. Devrimci Gençler’in Anti-Amerikan ve 6. Filo karşıtı eylemleri Komünizmle Mücadele Dernekleri vd. sağ kuruluşlar Amerikan birimlerini “Türk misafirperverliği gösterilmesi gereken” misafirler olarak gösterip propagandasını yapıyorlardı.
Her alanda ve boyutta kontr-gerilla uygulaması durmadı. Genel Kurmay Başkanı Cemal Tural, Komünizmle Mücadele El Kitabı’nı KKK dahil bütün birliklerde dağıtılıp erata öğretilmesi emirnamesi yayınlandı.
Devlet örgütlenmesindeki CIA ajanları YÖN dergisinin 15 Temmuz 1966’da bütün bakanlıklardakileri içeren listeyle yayınlandı. Ve buna hiç itiraz edilmedi. Türk siyasetindeki gelişim NATO’ya girişte Celal İnce tarafından seslendirilen tapınmacı ezgi ile Aşık Mahsuni’nin Amerika Katil Katil türküsünde “sağ ve sol”u daha iyi tanımlar.
Türkeş’in zuhuru aslında 1945’ten sonra Turancılıktan yargılanmasıyla oldu. Bu davadan, yani Turancılık-Irkçılıktan beraat etmedi. Bunlara mensubiyeti mahkemede kesinleşti. Ancak, bu fiillere ilişkin TCK’de ne yapılacağı belirlenmediği için mahkum olmadı. Hükümeti ihtilalle devirmek suçlaması sübut bulmadığı için beraat etti. Orduya dönüp 2 sene sonra ABD’de kontr-gerilla eğitimi gördü. Kontr-gerilla eğitimi Almanya’da da sürdü. Sonra 27 Mayıs’a katılımı, MBK’de “güçlü Albay”lığı ve 14’ler tasfiyesiyle yurt dışında ataşelik adıyla sürgün ve ülkeye dönüş, Talat Aydemir girişimlerinde lider olma istemi, olmayınca Aydemir’i ihbar. AP’ye girmek istemesi sonrası bilinen Türkeş imajıyla ortaya çıkıp sola karşı kontr-gerillanın siyasi kanattaki temsilciliği. Siyasi parti CKMP sonra MHP liderliğinin yanında Ülkü Ocakları, Komando Kampları eliyle sola saldırılarla “sokağı komünistlere bırakmama” saldırıları. Komando Kampları’nın Özel Harp Dairesi (ÖHD) uygulaması olduğunu bu gelenekten gelen Prof. Dr. Mümtazer Türköne de söylüyor. (OGTSH, 595’de dipnot)
1969’daki Kanlı Pazar’ın kontr-gerilla eylemi olduğunu Yaşar Okuyan da anlatıyor. Her koldan sola ve halka uygulanan kontr-gerilla baskıları, adına sanayi denilen montaj üretimi ile sanayi burjuvazisi, tarım kapitalistleri ve toprak ağaları, Anadolu burjuvazisinden oluşan OLİGARŞİ Türkiye’nin hakimi oluyor, bununla ABD ve emperyalizme bağlılık katlanıyordu. Türkiye ile ABD arasında 1950’den önce 3, 50-60 arası 31, 60-65 arası 20 olmak üzere 54 ikili anlaşma imzalanmış; yükselen Amerikan karşıtlığı nedeniyle Demirel’in “üs yok, tesis var” yumurtlaması kulaklardan gitmiyordu.
Anlaşmalar dışında “Barış Gönüllüleri” adlı CIA görevlileri Türkiye’yi sömürge gibi en küçük köylere dek dolaşıp raporluyorlardı. Tabii Senatör Haydar Tunçkanat bir AP yetkilisinin enterne edilmesini istediği 40 kişilik listeyi ele geçirip yayınladı. Demirel’in “Nurlu Ufuklar” nitelemesi T.C.’yi “açık işgale” uğratmıştır. İşte bunun göstergesi nurlu ufuklar neymiş görün: 1968-69’da CENTO ÜLKELERİNDE bir atın aylık gideri 363 TL, bir öküzün aylık gideri 429 TL, mesleğe yeni giren bir öğretmenin aylık maaşı ise 350 TL’dir. Bu satırların yazarı belirtilen tarihlerde 350 TL maaşla Kürdistan’da çalışmıştır. Kendi yaşamımızla kanıtlandığı gibi: KAPİTALİZM:YOLSUZLUK-YOKSULLUK VE YOKLUKTUR!..
T.C. tarihinde bu hiç değişmez. Zaman zaman OLİGARŞİ bileşenlerinde değişiklik olabilir ama her daim: İKTİDARDA BİR AVUÇ ZORBA – OLİGARŞİ’dir. Bu bağlamda. Kendi yağıyla kavrulan Anadolu esnaf ve ticaret kesimi üzerine oluşan ve yakın zamanlarda “Siyasal İslam” ya da daha kötüsü (STÖ) Sivil Toplum Örgütü olarak ad konan, faşizmin yan örgütleri kontr-gerilla faaliyetleri yürüttüler. Komünizmle Mücadele Dernekleri, MTTB, vd. nihayet siyasal parti kuracak düzeye geldiler. Bunların MNP olarak örgütlenmezden önceki kökenleri, ABD-kontr-gerilla stratejisinin 1945’ten sonraki kurgularına dayanır. Bunlar dini inançla yetinmeyen ticari girişimlerdir. Şimdilerdeki İslamcı holdingler bu kökenden gelir.
Konunun bütünlüğü açısından anti-emperyalizm başlangıcıyla gelişen sol harekete değinirsek;
TİP’le gelişen sollaşma parlamentarizm tapınmacılığı nedeniyle, aktivzm temelli YÖN, MDD çizgisiyle, önce kendi kitlesi olan öğrenci gençlik, eğitim, işçi, köylü, gecekondu eylemleriyle bir araya gelerek hayatla birleşti. Elbette TKP geçmişi ve TİP somut pratiği devrimci-sol gelenekte inkar edilmez etkiler bıraktı. Ama tam da Mahir’in dediği gibi, devrimci hareketin “Elli yıllık revizyonist gelenek”i aşarak kendi varlığını hayatın içinde var etti… Denizler Zap Suyu’na köprü yaptıkları, Mahirler Amerika’yı lanetledikleri, Battal ve Mehmet insanca yaşam istedikleri için camiden çıkanlarca din adına katledildiler. Deniz, ataklığı ve önderliğiyle, Mahir hem teorisyen hem eylemciliğiyle, İbrahim ser verip sır vermemesiyle bu dönemin simgeleri oldu. Türkiye devrimci hareketi bunların devrimci mirasları üzerinde yükseldi. Yeniden aynı ruhla büyüyerek yükselecek.
Bu dönemde şimdilerde aslında rücu edip AKP’lileşen Perinçek-Aydınlık çizgisi “işçi sınıfının devrime önderlik edecek objektif şartları oluşmamıştır” diyerek sosyalizm yerine cuntacılıkla uğraşıyorlardı. Devrimciler, öğrencilik sıralarını aşıp işçi-köylü eylemlerinin motoru oluyorlardı. Mahir’in dönem yazıları bu konuda yolumuzu aydınlatıyor. Mahir’in yazım dili özellikle dikkat çekicidir. En ağır teorik konuları bile herkesin anlayacağı sadelikte ve hiçbir taviz vermeden, doğrudan anlatımına biz “Mahirce” diyoruz. Çokbilmişlik ve entelektüel gevezelik peşinde hiç olmadı.