Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli Nedir, Ne Değildir ?
Milli Eğitim Bakanlığı ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine okutulacak zorunlu derslerin bağlı olacağı müfredat olarak Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli isimli programı tüm içerikleriyle yürürlüğe sokmuştur.
Bu model matematik dersinde integral konusunu kaldırırken bu modelin yayımladığı 110 sayfalık ortak metinde ise 15 Temmuzdan ‘cihat’ olarak bahsedilmektedir. Dünden görülmesi çok zor olmayan bu Yeni Maarif Modeli süreci siyasi iktidarın hegemonyasını ve siyasal propaganda yöntemi olarak eğitimin maske niteliğinde kullanıldığını bize tekraren göstermiş oldu.
Maarif Modelinin program içeriğini inceleyecek olursak prosedür ve göz boyama açısından koyulmuş bazı başlıkların ders kitaplarında var olmadığı, Maarif Modeli seminerinde ise öğretmenlere tamamen erdem kazanımları ve soyut düşünce sistemini öğreteme tekniklerinin aktarıldığı görülmektedir.
Sosyal Bilgiler ve sözel derslerde sık sık rastlanan ‘Erdemli İnsan- Huzurlu İnsan- Huzurlu Aile’ kavramları öğrencileri birey olmaktan ziyade itaatkar ve uslu(!) kişiler haline getirme çabasına hizmet etmektedir. Hedeflenen milli ve manevi değer kazanımları cemaat ve Akp düzenin
propagandasını yapmakta, bununla yetinmeyip olgular çarpıtılmakta ve eğitim metodunda ise belgeli somut içerikler yerini soyut kavramlara bırakmaktadır. Aileyi kutsayan ve aileden bağımsız birey olmayı ahlak çerçevesi dışında nitelendiren bu model cemaatçi ve tarikatçı zihniyetin birer ürünüdür. Aile baskısıyla tarikat evlerine gönderilen çocuklara ailelerinin en doğrusunu yaptığını düşündürtmek elbette ‘aileye itaat’ kavramının altını çizmekle daha çok kuvvetlenecektir.
Modelin vaatleri şöyledir :
‘Köklerden Geleceğe
Eğitim birçok bileşeni olan bir bütündür. Bir ayağı geçmişte duran eğitimin diğer ayağı insanlığın geleceğine ufuklar açan bir kapıdır. Millî ve manevi değerler manzumesi ile maddi gelişmenin zirvesini hedefleyen Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; öğretim programlarının temel yaklaşımı, öğrenci profili, Erdem- Değer-Eylem Çerçevesi, beceriler çerçevesi bileşenlerinden oluşan bütüncül bir modeldir.’
Geçmişteki müfredat sisteminin gericiliğini daha da geliştirerek önümüze koyan bu çağdaşlık karşıtı sistem, milli ve manevi değerleri kendinden menkul görmekle kalmayıp çeşitli inançlara, kültürlere ve medeniyetlere değinmediği için evrensellikten de epey uzaktadır.
Görsel Sanatlar dersinde ağırlıklı olarak Osmanlı saray tablolarının gösterilip yorumlanması ve dünya eserlerine yer verilmemesi, fen bilimleri dersinden biyolojiye dair çoğu konu ve kavramın çıkartılması, matematik dersinde gösterilen konuların öğrenciyi üniversitede analitik düşünme biçiminden alıkoyacak şekilde niteliksizleştirip eksiltilmesi, sözel derslerin tamamındaki kavram eşleşmelerinde (bağımsızlık, hür irade, sorgulayıcılık, üretkenlik, toplumsal dayanışma gibi) olguların karşılıksız kalması açık bir biçimde maarif modelinin neye hizmet ettiğini göstermektedir. Bireyin karmaşık problemler karşısında küçük parçalardan yola çıkarak pratik çözümler üretmekten uzak yetiştirildiği bir eğitim sistemi, iktidarın düzenine gölge edecek bir nesil istememesinden kaynaklanıyor. Ellerinde eğitimi bir afyon ve toplumu ‘ehlileştirmek’ aygıtı olarak kullanan egemen güçler ve işbirlikçileri her geçen gün daha da bataklığa sürüklenen bu sistemle ülkenin eğitim seviyesini alaşağı ediyor.
Özeten Maarif Eğitim Modeli, ne önceki modellerden daha akil, ne de sonrasında ise hezimete uğratılmayacak kadar güçlüdür.
Bir Faşizm Biçimi Olarak Eğitimde Egemen Roller: Cemaat-Tarikat
Tarikat ve Akp’nin kol kola oluşturduğu müfredat, emekçi öğretmenlerin ve eğitimin üzerinde bir baskı kurmakta ve bunun için mücadele eden bir öğretmen işsizlik-yoksulluk-zulüm gibi faşizmin biçimleriyle karşılaşmaktadır.
Öğretmenler anti-faşist ve bilimsel eğitim direnişinde çok yönlü bir çalışmanın içinde olmalıdırlar. Çünkü öğretmenler egemen güçlerin karargah yapmak istediği okullarda görevlidirler. Bugün devletin hegemonya istasyonlarından birisi okullar, dini demogojiden ve siyasal propagandadan en erken etkilenebilecek kesim de öğrencilerdir. Öğrencinin müfredatın propagandası sonucu sonucunda edilgen hale getirilip pasifize edilmesi bireyleri sorgulamaktan, araştırmaktan, soru sormaktan alıkoyuyor. Sözün doğrusu şudur ki böyle edilgen bir nesil oluşturmak için eğitimin yeşerdiği özgür düşünce, bağımsızlık ve bilimsellik dalı kesiliyor. Geçmişte eğitim laik hümanist dünya görüşü ile teokratik dünya görüşünün sistem bütünlüğü içinde kaynaştırılıyordu. Adem ve Havva’nın çocukları olarak teneffüse çıkan çocuklar diğer derse evrim teorisi dinlemek üzere giriyorlardı. Bir derste üç kıta hakimi şanlı tarihten bahsedilirken diğer derste az gelişmişliğin anlatıldığı çelişkili bir eğitim sistemi vardı.
Neyse ki öncesinde nispeten ve nihai olarak tamamen bu çelişkilere Maarif Eğitim Modeli bir son vererek (!) eğitimi baştan aşağı bir tarikat karargahına çevirdi.
Eğitimi Un Ufak Eden ÇEDES Rendesi
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum İş Birliği Protokolü (ÇEDES)” eliyle değerler eğitimi adı altında derslere kuran kurslarından ve cemaat evlerinden ‘abiler-ablalar’ atanmaktadır. KPSS’den zor bela geçer not alıp hasbel kader atanan bir öğretmen dahi okulunda stajyer dönemi geçirmekteyken, bu tür engelli yarışlara maruz kalmamış bir kuran kursu hocası, tarikat abisi yahut cemaat ablası değerler eğitimi dersinde öğretmen statüsünde ders verebiliyor. Din Bilgisi ve Ahlak Kültürü dersinden ziyade Temel Dini Bilgiler ve Peygamber Efendimizin Hayatı adlı seçmeli derslerin yoğunlukta olması ve bu derslerin tarikat-cemaat tarafından görevlendirilen kişilerce verilmesi alanında yetkin bir öğretmenin inisiyatif durumunu da baltalamaktadır. MEB’in tarikatlarla işbirliği ve protokol içinde olduğu aşikardır. Buna karşılık Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin tarikatları STK olarak gördüğünü söyleyerek bu bağnaz yapılanmaları meşrulaştırmıştır. Siyasal islamın yeni bir araç olarak kullandığı Maarif Eğitim modeli, eğitim sisteminin başına böylece kız çocuklarının rızaları dışında kendilerinden yaşça büyük kişilerle evlendirilmesinde bir beis görmeyen, kurumlarında tacize uğrayan ve intihar eden çocukların haberlerini örtbas etmeye çalışan zihniyeti musallat etmiştir. ‘Manevi danışman’larla kuşatılan okullarda rehberlik servisleri itibarsızlaştırılıyor ve çocukların psikolojik gelişimleri sözüm ona ‘manevi rehber’lere emanet ediliyor. Yüzlerce intihar ve binlerce istismarın müsebbibi olan cemaat ve tarikatların okullarda etkin bir özne olduğu yetmiyormuş gibi bir de psikolojik süreçlerde sorumlu hal aldılar. Durumun vehametini algılamak için yüzlerce intihar ve istismarın sınıflarda da yaşanmasına gerek olmadığı su götürmez bir gerçektir.
Eğitim Sistemi ve Yabancılaşma
Türkiye’de var olan soyut, ezberci, üretimden kopuk eğitim sisteminin doğal sonucu ‘yabancılaşma’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Tanzimat döneminde batılılaşma sürecine girildikten sonra örgün eğitim kurumlarının emperyalist ülkelerin taklidi olduğu gerçeği yadsınmayacağı gibi günümüzde siyasi ilişkiler ve çıkarlar doğrultusunda eğitimin devlet eliyle tarikatlara peşkeş çekildiği gerçeği de yadsınamaz. Türkiye’nin sosyo-ekonomik durumunda kopuk farklı inanç ve etnik kökenlerin tarihini işlemekten kaçınan ayrımcı ve soyut bir eğitim sisteminde yabancılaşma kaçınılmazdır. Maarif eğitim modeli amacının bilim insanı değil ‘ kapıkulu’ yetiştirmek olduğu apaçık ortadadır.
‘Herkes kapısının önünü temizlerse sokaklar temiz olur’ düşüncesiyle bireysel erdemlerden bahsedilen onlarca ünite ve kazanım karşımıza çıkıyor. Eğitim kurumları da tıpkı böyle. Her okul kendi başına bir işletme olarak diğerlerinden soyutlanıyor. Bu soyutlanma elbette kendiliğinden değil, öyle ki sosyo-ekonomik durumu daha iyi semtteki bir okul nazaran daha kötü durumda olan semtteki bir okula yabancılaşmıştır. Teknolojik eğitim araçları ve materyallerine her il ve her semtteki okul, arası örülmüş bu ihata duvarları sebebiyle zaten erişememektedir. Bu sebeple Maarif modelinin teknolojiyi etkin biçimde kullanan nesil yetiştirme hülyası yahut yanıltması boşa düşmüş oluyor. Bir eğitim modeli oluşturulacaksa bunu fırsat eşitliği çerçevesinde dizayn etmenin önünde siyasi çıkar uğruna üstten inmeci kurgu bir müfredat engel olabilir.
Maarif Eğitim Modeli öğrencinin yalnızca ‘alıcı’ durumuna getirilmesi etrafında şekillenmiştir. Kişiliğinin kendi doğal oluşumunun tersine dıştan zorlanarak verilen bilgilerin bireyi yabancılaştırması kaçınılmazdır. Eğitimin içeriği kadar yöntemi de yabancılaşmanın ögelerindendir. Bireyin kişiliğini ve erdemlerini tek yönlü oluşturmaya çalışmak sisteme bir köle yetiştirmektir.
Öğretmen yazılanları aktaran, öğrencinin ise aktarılanı ezberleyen bir konumda olması topumda insanı küçülten ve yaşamda özne olmaktan soyutlayan bir durumdur. Bu durum elbette tarikat cenahıya vals yapan MEB’in siyasal propaganda ve dini demogojiye daha çok alan açmak için oluşturduğu bir metottur.
‘Ne Yapmalı ?’
Müfredat programıyla ilgili eleştiriler yapılırken vurgulandığı gibi ders kitapları eğitim içeriğinin demokratikleştirilmesi açısından ikincil ögedir. Fakat ders kitaplarına şartlandırmaya bağlı olarak bu meselenin de üstünde durulmalı. Derslerin sadece MEB ders kitaplarına bağlı işlenmesi bu sorunu daha da elzem kılmaktadır. Kuşkusuz kitlelerin katılımıyla içeriğin demokratikleştirilme mücadelesi verilmelidir. Eğitimin öznesi olan öğretmene burada düşen vazifeler vardır. Öğrencinin ders kitaplarına şartlanması kırılmakla birlikte yardımcı kaynaklar kullanılarak MEB kitaplarının içerdiği ırkçı, bağnaz ve bilim karşıtı söylemler öğrencilerle beraber çürütülmelidir. Ülke ve dünya gündemlerinden uzak eğitilen çocuklar ülke ve dünyaya dair sorunları okul dışında öğrendikçe öfkelenip iki safa ayrılır. Bir taraf problemleri toplumsal zaptiyelik yaparak düzelteceğini sanan gençlik olurken diğer taraf sorgulayan, örgütlenen, araştıran gençlerden oluşur. Çatışmanın kaçınılmaz olduğu bu ikiliğin tohumları bugün güncellendiği iddia edilen Maarif Modeli sisteminde atılmaktadır. Bu eğitim sistemiyle sınıfsal biçimlenmenin zorluğu ortada.
Öğretmen-öğrenci –veli üçgeninde karşısında direnilmesi gereken eğitim sisteminin faydadan çok zarar getirdiği aşikardır. Toplumun her kesimine bu konuda belli bir görev bilincinin aşılanması gerekmektedir. Bu işbirliğinin tek yolu önce sınıfsal bakışı kavramaktır.
Şimdi insanca yaşamanın tek yolu kalmıştır: Başta eğitime olmak üzere hayatın her alanına sirayet etmiş faşizme karşı direnmek, kararlılıkla mücadele etmek, saldırı ve yıldırmalara karşı örgütlü bir şekilde karşı koymak!