Tuner Tekin
” …insan gözyaşlarının olduğu her yerde kendimi evimde hissediyorum” (Rosa Luxemburg)
Alaattin Şenel doğru biçimde empati kelimesine Türkçe karşılık olarak “acıdaşlık”ı önerir. “Sempati duygudaşlık ise empati acıdaşlık” olmalıdır der. Bu durumda empati yoksunluğu, başkasının acısına sırt çevirmek, kültürel evrimde akamete uğramak olarak da nitelenebilir.
İnsanın içine itildiği bu kötücül hal, Marx’ın çok doğru olarak “insanlık öncesi son toplum biçimi” diye nitelediği kapitalizmin doğasıyla da alakalıdır. Özel mülkiyetçi sistemlerin en sonuncusu ve en gelişmişi olan kapitalizm “insanı insanın kurdu haline getiren” yapısıyla empati yetisini yıkıma uğratan bir terminatör gibidir.
Bu anlamda empati yeteneğine sahip olmak kapitalizme karşı mücadeleden ayrı düşünülemez. Çünkü bencilliği, bireyciliği yücelten bir zihniyet dünyasıyla “acıdaşlık” bir arada yaşayamaz. Kapitalizmi yok etmeyi hedefleyen devrimcilerin empati yeteneğinin en güçlü temsilcileri olmaları tesadüf değildir.
Devrimini gerçekleştirmiş Küba’da ekonomi bakanlığına getirilmiş Che’yi bu pozisyonu ve çocuklarını geride bırakarak başka coğrafyalara taşıyan sahip olduğu benzersiz devrimci ruhu, empati yeteneğidir. Çocuklarına bıraktığı veda mektubunda “dünyanın herhangi bir köşesinde, herhangi birine karşı yapılan her türlü haksızlığı yüreğinizin derinliğinde duyabilmelisiniz. Bir devrimcinin en iyi özelliğidir bu” diye yazan “komutan” eşsiz bir devrimcilik/insanlık düzeyini temsil eder.
Gazze’de olan bir soykırım
Empati yeteneğimizi teraziye çıkaran dehşet ve vahşet boyutlarında bir sınavla karşı karşıyayız bugün. Siyonist İsrail devletinin Filistin Direnişi’ne dönük saldırganlığı Gazze’deki Filistin halkının topyekün imhasını hedefleyen soykırım derecesine varmış durumda. Binalar, hastaneler, okullar, tüm yaşam alanları bombalanıyor, bebekler, çocuklar, yaşlı insanlar taammüden katlediliyor. Bombalar, füzelerle yıkılmış, birer beton yığınına dönmüş binaların enkazının altından cansız çocuklarının bedenini çıkaran ebeveynlerin feryatları yeri göğü inletiyor.
İşgalci, terörist İsrail devleti gözlerimizin içine bakarak küstahça “bizi durduracak bir şey yok” diyor. Tüm dünyaya meydan okuyor, aşağılıyor adeta. “Ben yaptım oldu” derecesindeki pervasızlığı Amerikan emperyalizmi başta olmak üzere Batılı emperyalist devletlerin desteği ve ona sağladığı cezasızlık zırhı sayesinde. Arkasına aldığı destekle apartheid ve etnik temizliğe dayalı politikasını çekinmeksizin uygulayabiliyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun 29 Ekim’de “savaşın ikinci aşamasını” duyuran konuşmasında söyledikleri İsrail’in soykırım niyetini bütün açıklığıyla ortaya koyuyordu. Netanyahu kan donduran söz konusu konuşmada: “Kutsal İncilimiz, Amalek’in sana ne yaptığını hatırlamalısın.” diye konuştu.
Faşist katilin gönderme yaptığı İncil’in 1 Samuel 15:3. bölümünde şunlar yazıyordu:
“Şimdi git, Amalek’i vur ve sahip oldukları her şeyi tamamen yok et ve onları esirgeme; ama hem erkeği hem de kadını, bebeği ve emziren çocuğu, öküzü ve koyunu, deveyi ve eşeği öldürün.”
Herhalde hiç kimse işlenilen insanlık suçlarının dini bir kılıf altında böylesine meşrulaştırılmaya çalışılacağını düşünemezdi. Bu pervasızlık siyonizmin sahip olduğu barbar zihniyetin hilafsız ortaya dökülmesiydi.
İsrail: Emperyalizmin bekçi köpeği, Ortadoğu’daki taşeronu
Öte yandan sergilenen bu barbarlık emperyalist kapitalist sistem gerçeğinden ayrı olarak da düşünülemez. Siyonist İsrail’in ırkçı, sömürgeci yapısı onu kaçınılmaz olarak emperyalizme bağımlı ve işbirlikçi pozisyonda tutuyor. Zaten bu korsan devlet emperyalist kapitalizmin dölyatağında doğmuş, gelişmiş ve semirmiştir. Onun Ortadoğu’daki ileri karakoludur. ABD Başkanı Biden’in yakın zamanlarda sarfettiği “eğer İsrail olmasaydı, onu icat etmemiz gerekirdi” cümlesi İsrail’in bir emperyalist proje olduğunun açık nişanesiydi.
İsrail’e Filistinlilere karşı giriştiği etnik temizlikte yol gösteren ve cesaretlendiren şey bugün ona koşulsuz destek veren ABD, Kanada, Avustralya’daki Avrupalı yerleşimci projelerin başarısıydı bir bakıma. Sözkonusu ülkelere yerleşen sömürgeci Avrupalılar yerli nüfusun çoğunu katledip kalanları asimile etmişlerdi. İşte İsrail 75 yıldır ağababalarının geçmişte açtığı bu sömürgeci yolda ilerliyor, onlardan feyz alıyor. Bu ardışıklığın izlerini her zaman bulmak mümkün. İngiliz Başbakanı Winston Churchill 1919 yılında “medenileşmemiş kabilelere karşı zehirli gaz kullanılmasını şiddetle destekliyorum” demişti. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant da 104 yıl sonra Gazze’de giriştikleri soykırımı “elektrik yok, yiyecek yok, su yok, yakıt yok… İnsan hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket ediyoruz” diyerek ifade ediyordu. Bu alçakça sözler emperyalist kapitalizm ve işbirlikçisi güçlerin insanlık düşmanı barbar niteliklerinin en bariz örnekleri olarak tarihe kaydoldu.
“Soykırımı durdurun” diyen milyonlar sokaklarda
Öte yandan emperyalizmin sınırsız desteğini arkasına almış İsrail’in kan donduran vahşeti karşısında büyük bir infial oluşmaya başlamış durumda. İsrail barbarlığına karşı her duruşun “anti semitizm” suçlamasıyla boğulmaya çalışıldığı Batılı ülkelerde büyük kitleler sokaklara çıkıyor. Dün Londra caddelerini dolduran yüzbinlerce kişi adeta bir intifada havasında yürüdü. Amerika ve Avrupa şehirlerinde milyonlar bütün olumsuz koşullara rağmen sokaklara çıkmaya devam ediyor. Batılı emperyalist devletler için bu durum alarm zillerinin çalması anlamına geliyor. Şimdi İsrail vahşetine verdikleri desteğin insanlık düşmanı niteliklerini iyice görünür kılmasından rahatsız olmaya başladılar. Mevcut durumun dünya halklarının aklını çelmelemekte ve suçlarını gizlemekte kamuflaj malzemesi olarak kullandıkları insan hakları, demokrasi argümanlarını içi boş bir söze dönüştürdüğünün farkındalar. Üzerine çok yatırım yaptıkları “soft power”larının eriyip gitmesi karşısında rahatsızlıkları gün geçtikçe artıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un iki gün önce, “(Gazze’de) Bebekler, kadınlar, yaşlılar bombalanıp öldürülüyor. Bunun hiçbir gerekçesi ve meşruiyeti yoktur. Bu yüzden İsrail’i durmaya çağırıyoruz.” demesi bu rahatsızlığın ürünüydü.
Filistin davası, devrimci yüreklere emanet
Aynı şekilde günler önce yapılan Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı da üye devletler açısından durumu kurtarmaya dönük atraksiyondan ibaret bir tiyatroydu. İsrail’in etnik temizlik, soykırıma başlamasından 36 gün sonra ancak toplanabilen 57 devletten oluşan bu topluluk kuru sözlerden ibaret açıklamaların ötesinde hiçbir somut adım atmadan dağıldı. Hemen hepsi siyasal gerici diktatörlüklerden ibaret bu devletler topluluğu için Filistin davası, egemen sınıf çıkarlarını zedeleyen ama kendi halklarının öfkesini üzerlerine çekmemek için savunur görünmek zorunda kaldıkları bir yükten ibaret. Ağızlarından düşürmedikleri ümmet de gerçek hayatta zerrece karşılığı olmayan bir retorik.
Filistin davası emekçi halkların, “dünyanın herhangi bir köşesinde, herhangi birine karşı yapılan her türlü haksızlığı yüreğinin derinliklerinde hisseden” devrimcilerin kalplerinde, mücadelelerinde karşılık buluyor. Onu zafere direniş, gerçek kurtuluşa da sosyalizm taşıyacak.
Gazze insanlığımızı/empati yeteneğimizi sınava sokan bir turnusol kağıdı bugün. Nerede haklarından, özgürlüklerinden mahrum bırakılmış bir halk varsa onun acısına, mücadelesine yoldaş olacağız. Filistin halkı, Kürt halkı ya da başka bir halk. Sömürü, zulüm vardoldukça direniş de olacak. Ve mutlaka direniş kazanacak, direnen halklar kazanacak.