Sınıfsal Bakış
Aynı nedenler farklı sonuçlar doğurmaz. ABD seçimleriyle beraber başlayan tartışma ve analiz karmaşası bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Kimilerini beklentileri ölçüsünde gönlünden geçeni değerlendirme diye sunarken kimileri de servis edileni aşamamanın sınırlılığını yaşıyor. Süreci sınıfsal ölçeklerle ele alan değerlendirmelerin sınırlılığını ise sol liberal rüzgarın dönemsel yaygınlığıyla açıklamak mümkün.
ABD’de seçimleri zaten tamamen sembolik. Amerikan oligarşisinin tepeden tırnağa bütün kurumlara hakim olduğu, burjuva siyasal sistemdeki geleneksel ölçüler bağlamındaki demokratik işleyişin dahi devre dışı kaldığı, müesses nizamın taşlarının yer değiştirmesinin kolay olmadığı bir yerde, ABD’de başka türlü olması beklenemez.
Adaylar, seçim alanlarında ne söylerse söylesin yapacakları, egemen sınıfların onlardan beklediği çerçevededir. Aradaki nüanslar vb. başkandan beklentilere bağlı olarak değişebilir ama aslolan müesses nizamdır; ABD tekellerinin politikalarıdır. Bu bağlamda bu küresel savaş ikliminde Trump’ın kişiliği/niteliği dünya ölçeğinde yapılıp edilecekler açısından daha uygun düşmektedir. Sözü edilen “delilik,” tekeller adına cüretkar davranmanın adıdır. Bu, Macaristan’da Orban için de Arjantin’de yine “deli” olarak anılan Milei için de geçerlidir.
Diyelim ki başkan barış beklentileri bağlamındaki rüzgarı arkasına almak için “dünyadaki bütün ABD askerlerini geri çekeceğim” dedi. ABD’nin dünyada 800’ü aşkın üssü ve yüzbinlerce askeri var; bunları kim, neye göre, nasıl, hangi hesaplarla çekecek? Veya diyelim ki Trump’ın dediği gibi başkan “benim zamanımda hiç savaş çıkmadı” iddiasında bulunmuş olsun. NATO’da alınmış kararlar, devam eden savaşlar, Somali’de olduğu gibi tek bir ülkede 5 üs kurmak üzere yapılmış anlaşmalar, daha da önemlisi devam etmekte olan hegemonya ve paylaşım savaşında ABD’nin rol ve çıkarları ne olacak? Kaldı ki Trump’ın kendi döneminde Ortadoğu’yu alt üst eden müdahalelerin yapıldığı, Kasım Süleymani’ye uçakla geldiği Irak’ın başkenti Bağdat’ta düzenlenen bombalı saldırıya bizzat kendisinin karar verdiği biliniyor.
Trump’ın aslında Netanyahu’yu sevmediği vb. konuşuluyor; savaştan yana olmadığı iddiaları dolaşıyor. Velev ki öyle olsun. Bu kişisel eğilimler ne değiştirir? İsrail’e “Gazze’den çekil, Hizbullah’a saldırma, İran’ın hedef olarak görme” vb. mi diyecek? Daha da önemlisi eğer İsrail, yalnızca İsrail değilse; batı emperyalist bloku adına vurucu güç olarak rol oynuyorsa; Trump’ın kişisel eğilimlerinin nasıl bir rolü/karşılığı olabilir? Kısacası nedenler dururken sonuçlar farklı olacakmış veya olabilirmiş gibi bir yanılma veya yanıltma söz konusu.
Küresel savaş iklimi
Dünyada zaten bir paylaşım ve hegemonya savaşı var. Bu da bir başkanın isteğiyle, niyetiyle duracak veya değişecek bir olgu değil. Kaldı ki İran’ı tehdit eden, nükleer anlaşmasını tanımamaktan söz eden Trump’ın bizzat kendisidir.
Dikkat edilirse silah tekellerinden petrol tekellerine ve örneğin Elon Musk’a kadar patronlar geniş bir yelpazede Trump’ı destekliyor. Bu süreçte dünya hegemonyasında mevzi kapmak önemli ve bu (başkanın niyeti, seçim alanındaki sözleri ne olursa olsun) savaş iklimine göre davranmayı gerektiriyor. Bugüne dek İran’ın hedefe konulması, Rusya ve Çin’in kuşatılması hangi sebep ve ihtiyaçlarla gündeme gelmişse o sebep ve ihtiyaçlar ortadan kalkmadıkça devam edecektir. Bu, çelişmeye sebep olan olgular gereğidir; örneğin ticaret yolları, pazar payları vb. olmazsa olmaz önemdedir; keyfi veya kişisel değildir.
Bir süredir yeni yollar, kuşaklar tartışılıyor, alternatif yollar geliştiriliyor, henüz adım atılmamış projelerin bile öneminin altı çiziliyor; ancak daha da önemli olan Kızıldeniz’in ve Basra Körfezi’nin ısınan iklime bağlı olarak nasıl kontrol edileceği bilinmiyor. Bugüne dek Kızıldeniz’den geçen gemilere Yemen’den yapılan müdahaleler önlenemedi. Bu bağlamda “Gazze bitti, Lübnan bitti, Suriye zaten bitmiş, sıra İran’da” biçimindeki değerlendirmeler gerçeği yansıtmaktan çok uzak. Sanki İran yıkılmış da bugünden sonuçları konuşuluyor, bu türden bir sonuçtan nasıl yarar sağlanır hesabı yapılıyor. Tabii, İsrail ve ABD eliyle Ortadoğu’da “demokratikleşme” beklentisini de içeren bu vb. yaklaşımların nasıl bir duruşa, bir algı ve değerler setine denk düştüğü başlı başına bir değerlendirme konusu.
Kısacası Trump gider başkası gelir ama savaş bitmez; emperyalist savaşlar başkanların niyetine kalacak meseleler değil. Ufak tefek değişiklikler olabilir ama da nitelik belirleyici değişimler beklenmemelidir.
Başkanların “deliliği” ve kullanışlılık ölçüsü
Genelde emperyalist ülkelerde özelde ABD’de milyonlarca insanın aç olduğu biliniyor. Ve aç insanların karnı hamaset edebiyatıyla doymuyor ancak seçim meydanlarındaki yanıltma ve vaatlerle halkların ilgisi başka yere yöneltiliyor, tepkileri erteleniyor, zayıflatılıyor. “11 milyon göçmeni sınır dışı etme” vaadi de hem bu alandaki tepkiyi yedekliyor hem de sanki yoksulluğun ve işsizliğin sebebi göçmenlermiş gibi bir yanılsama yaratıyor. Türkiye’de CHP’nin seçimden sonra dediği hiçbir şeyi yapmaması, AKP ile normalleşme zemininde aynılaşması da benzer bir durumdur, sürecin niteliği gereğidir.
Bu bağlamda ABD’de denge ve denetleme sisteminin (Temsilciler Meclisi, Senato, Başkan) Cumhuriyetçilerden oluşması nedeniyle “tekleşmiş” olmasının özellikle istendiğini, sermayenin beklentilerine uygun olduğunu söylemek mümkün. Onlar da gerçekten sözü yasa olan bir başkan istiyorlar. Mevcut küresel iklimde fren sistemleri bile onlara fazla geliyor, karar alırken geciktirici rol oynuyor. Bu bağlamda fren sistemlerinin işlememesinin de böyle bir “deli”nin iktidara gelmesinin de sermayenin ihtiyacı olduğunu söylemek mümkün.
Lenin’in “dünyada belirleyici rol oynayan uluslararası tekelci kapitalist birlikler” tanımı sonrasında bugün tüm küreyi oyun sahası olarak gören tekeller söz konusu. Kavga da paylaşım da kutuplaşma da şu veya bu soruna dair tasarımlar da küresel boyutta yapılmaktadır. Bu bağlamda örneğin göçmen sorunu uluslararası işbölümü bağlamında Türkiye, Fas gibi ülkere ücret karşılığı havale edilirken, aynı zamanda kalifiye olanlar seçilerek söz konusu ülkelere gönderiliyor.
İşte tüm bu nedenlerle, bir anlamda “kuralsız/dizginsiz” davranılması gereken bu koşullarda bir “deli” onlar için daha kullanışlı oluyor. Paylaşım ve hegemonya savaşının şiddetlenerek devam edeceği bu koşullarda, kimi “analistlerin” yaptığı gibi Trump’ın kişisel niteliklerine bakıp “onun ne yapacağına dair hiçbir fikrimiz yok, öngöremiyoruz” demek, deyim yerindeyse dünyadan haberdar olmamak demektir.
Gerçekte mesele sanıldığı, karıştırıldığı veya gösterilmek istendiği denli karışık/zor değil. Yüzyılların kapitalizme dair ortaya çıkardığı gerçekler; “kapitalizm nedir, emperyalizm çağındaki biçimlenişi nedir, bunun yöntemleri, işleyiş ve kurumları nedir; savaşlarla emperyalizm arasında neden doğrudan bir bağ vardır” gibi doğruluğu kanıtlanmış önermeler/yanıtlar söz konusuyken ortaya saçılan bu bilgi yoksunu fikirler, ya egemen olana yedeklenmiş olmak sebebiyle bilinçli olarak ortaya atılıyor ya da gerçekten bir siyasal cehalet söz konusu.
Marx’ın Felsefenin Sefaleti’nde “En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alışveriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı. Bu, o zamana kadar el değiştiren fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle her şey ticaret konusu oldu. Bu, genel kokuşma ve evrensel ölçekli alış-veriş dönemidir.” değerlendirmesini yapmasının üzerinden yaklaşık 180 yıl geçti. Artık kapitalizmin çap ve derinlik büyüten bu niteliklerini kamufle etmek mümkün değil. Hatta sermaye-iktidar ilişkisinde görece de olsa korunan “özerkliğin” kalmadığı, ilişkinin doğrudan kurulduğu, işadamlarının bakan, başkan vb. olduğu bir süreçtir söz konusu olan. Tabii ki buna rağmen yanıltma çabaları oluyor veya bu çabalara bilerek veya bilmeyerek güç katanlar oluyor.
Sonuç yerine
ABD ile halkların çıkarını, NATO ile barışı, İsrail-İngiltere vb. ile uluslararası yasaların burjuva anlamdaki gereklerini de olsa konuşmak, bu olguları yan yana getirmek; sadece ekonomi politik, sadece Marksizm bilmemek değildir, aynı zamanda objektif koşulların alternatif güçleri göreve çağıracak denli hazır olduğu koşullarda subjektif koşulların oluşumunu geciktirmek, bu alandaki bozucu aktörlere ve faktörlere güç katmaktır.
Muhalif/alternatif zeminde yaşanmakta olan geri düşmenin, zayıflığın, etkisizliğin teknolojik gelişmeyle, yapay zeka vb. ile ilgisi yoktur. Vaktinde yapılan “Tarihin Sonu, Elveda Proletarya” vb. çağrıları ne denli anlamlı(!) ise yapay zekaya yüklenen dönüştürücü yöndeki beklentiler de o denli anlamlıdır!
Gelişmeler, okunamaz veya karşılanamaz değildir. Yeter ki kendi yanılgımızı kendimiz üretmeyelim, oturduğumuz dalı kesmeyelim; Marksizm-Leninizm dururken, yüzlerce yıl önce tüketilmiş, sınıf bilincinin üzerini örten teorilere güç katma, alan açma yanılgısına düşmeyelim.