Gazete Yolculuk Haber Merkezi
“Akdeniz’den gelen hiçbir balığı yemiyorum artık, balıklarla birlikte; Libyalıları, Somalileri, Suriyelileri ve Iraklıları yemekten korkuyorum…”
İtalyan Şair Aldo Busi
İstismar ve araçsallaştırma
Kayseri’deki ırkçı ve Suriye’deki cihatçı olaylardan sonra yapılan değerlendirmeler, iktidardan muhalefete kadar devam eden “araçsallaştırma” politikaları, bir kez daha bazı genel doğruları ve politik tutarlılığın gereğini anımsatmayı ihtiyaç haline getirdi.
Kayseri’den önce de çeşitli kentlerde benzer olaylar yaşanmış, ortaya atılan gerekçeler ne olursa olsun, her seferinde burjuva siyasal yapılar ve sözcüleri gerçekliğin açıklanmasında, sorumluların açığa çıkarılması çabasında değil istismar ve araçsallaştırmada ortaklaşmıştı.
Bu kez de AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaptığı açıklamada, gerek Kayseri’de başlayıp diğer illere yayılan ırkçı faşist grupların saldırılarını gerekse Kuzey Suriye’de işgal altında tutulan bölgelerde cihatçı gruplarca geliştirilen saldırı ve protestoları “Türkiye’ye karşı tezgahlanan bir kaos planının iki perdesi” olarak değerlendirdi. Gerçekte ise Türkiye’de söz konusu olaylar, AKP’nin oy oranının yüksek olduğu yerlerde gündeme gelirken Suriye’de de saldırı ve protestolar, desteklenip maaşa bağlanmış olan ve işgalde TSK ile beraber rol alan “Özgür Suriye Ordusu” grupları tarafından gerçekleştirildi.
Söz konusu gelişmelerin devamında Almanya’dan dönüşte uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, “Şimdi öyle bir noktaya geldik ki Beşar Esad şu anda Türkiye ile ilişkileri düzeltme noktasında bir adım attığı anda biz de ona karşı o yaklaşımı gösteririz. Çünkü biz dün Suriye ile düşman değildik ki biz Esed ile ailece görüşüyorduk.” ifadelerini kullandı.
AKP’nin/Erdoğan’ın bu atraksiyonu elbette bekleniyordu. Ancak mesele bu denli basit değil. Yalanın, istismar ve sömürünün iktidarlaşması olarak da adlandırılabilecek tutarsızlığa uzun uzun değinme ihtiyacı duymuyoruz. Ancak Suriye’ye müdahale sürecinde Türkiye’ye doğru bir mülteci akını için özel çaba harcandığı, teşvik edildiği konu bağlamında anımsanmalıdır. Bu, gerek müdahaleyi meşru göstermek gerekse cihatçı-işbirlikçi militanların eğitimi, giriş-çıkışı vb. için başvurulan bir yöntemdi.
Suriye’ye uluslararası hukukun en bilinen normları çiğnenerek yapılan “korsanca” giriş gibi Türkiye’ye sığınanların mülteci statüsü yerine “geçici koruma” statüsünde tutulması, Geri Kabul Anlaşması’yla beraber başka ülkelere geçişinin de engellenmesi giderek kayıtdışı, ucuz ve güvencesiz çalıştırmanın zeminini oluşturdu ve bu durum sermaye güçleri tarafından Türkiyeli emekçilere karşı da bir pazarlık/dayatma aracı olarak kullanıldı. Ve sonuçta bu tablo, manipülasyonlar eşliğinde kimi emekçi kesimlerde de kafa karışıklığı yarattı. Yaşanmakta olan sorunların müsebbi olarak patronları ve kapitalizmi değil mültecileri gören bir anlayış yaygınlaştı; emek kardeşliği yerine düşmanca bir mesafe ve rekabet özel gayretlerle yapılandırıldı. Dolayısıyla da sorunun müsebbibi olan, araçsallaştırıp sömüren ve istismar eden güçler, bugün çözüm için değil araçsallaştırmanın bir başka biçimi için sahnedeler demek hiç de abartılı olmaz.
Küresel tabloda Suriye
“Kardeşim Esad” yakınlaşmasından, 2009’da sıcak aile fotoğrafı vermekten bugüne kadar yaşananlar ve en az 12 yıldır diplomatik ilişkinin olmaması, ortaya çözümü güç bir kördüğüm çıkarmıştır. Deyim yerindeyse Suriye kurtlar sofrasında paylaştırıldı. Bugün tekrar Suriye’nin tek parça halinde devlet-toplum ilişkisini kurması, moda deyimle “normale” dönmesi, bir yığın nedenle çok zor görünüyor. 12-13 yıldır her şeyin araçsallaştırıldığı, birden çok aktörün hakimiyet kurduğu mevcut parçalı durumdan çıkışı; birbirini iten, kesen tüm iradeleri ve çelişmeleri yok sayarak konuşmak, boş konuşmakla özdeştir veya istismardan ibarettir.
ABD’nin Sezar yasasının/yaptırımlarının geçerliliğini koruduğu, aynı ABD’nin PYD eşliğinde ülkenin önemli bir kesiminde hakimiyet kurduğu, Türkiye’nin etkili olduğu bölgelerde vali atadığı, konut inşa ettiği, okul, posta teşkilatı vb. kurduğu, TL’ye dayalı bir pazar oluşturduğu, milyonlarca cihatçı ve taraftarlarının toplanmış olduğu İdlib’te cihatçı bir fiili emirliğin kurulduğu ve tüm bunların yanında Rusya’nın önemli bir aktör olarak varlık gösterdiği Suriye’den bahsediyoruz.
Birbirini güçlendiren veya kesen pek çok çelişmenin bir arada varlık gösterdiği Suriye, özellikle 2015 Rusya müdahalesinden sonra daha net biçimde, paylaşım savaşının en sıcak cephelerinden birine dönüşmüş durumda. Buradaki dinamiklerin tek tek her birini ve toplam tabloyu değerlendirirken paylaşım savaşı gerçekliği üzerinden atlanması halinde mevcudu da olası gelişmeleri de okumakta güçlük çekilecektir.
Son günlerde Esad’la görüşme meselesinin sıkça dillendirilir hale gelmesi, bölgede alan tutan güçlerin öznel çıkarları dahil çeşitli nedenlerle tepkilere, engelleme çabalarına vb. sebep oluyor, olacaktır. Ancak bir de resmin tamamı üzerinde hesap yapan küresel aktörlerin duruşu var ki kısa sürede sonuç alınamayacak olmasının en temel nedenlerini oluşturuyor. Bölgede çelişmelerin/sorunların iç içe geçmiş olması ve vekalet savaşının büyüttüğü irili ufaklı pek çok yapının sahada varlık göstermesi, bize Suriye’de Irak’ta veya toplam bölgede sorunların çözümüne yaklaşıldığını değil, neden bu biçimiyle uzun süre devam edeceğini anlatıyor.
Evet Türkiye, Suriye ve Irak Kürdistanı dahil çeşitli noktalara operasyon yapıyor ve yapmayı da sürdürecektir. Ancak Suriye, Irak veya bölge politikasını belirleyen temel olgu bu değildir. Somali ve kıyılarında Türkiye ve ABD’nin, Cibuti’de üs dahil Afrika’da Çin’in varlığı ve ağırlığı gibi yeni alan tutmalar, üs oluşturmalar vb. devam ederken, Gazze’den Ukrayna’ya, Kızıldeniz’den Basra Körfezi’ne ve Pasifik’e, Bolivya’daki darbe girişiminden olası bir başka bilek güreşine kadar tüm kürede egemenler arasında paylaşım ve sınıf savaşı devam ediyor.
ABD’nin hegemonyasını kaybetmek istemediği ama yükselen/büyüyen yeni güçlerin de dahil olmasıyla karmaşıklaşıp çok cepheli hale gelen küresel arenada bugün artık lokal hiçbir gelişme, makro boyuttaki sınıf gerçekliği dikkate alınmadan değerlendirilemez, anlaşılamaz.
Tüm bu nedenlerle artık daha önce de çeşitli bağlamlarda söylediğimiz gibi Suriye yalnızca Suriye değildir; Son olarak olayların çıktığı Kayseri’nin yalnızca Kayseri olmaması gibi…
Köpürtülen göçmen karşıtlığının izini sınıfsal bağlamlarla sürdüğümüzde pek çok ülkeye, pek çok olguya ulaşabileceğimiz gibi “Geri Kabul Anlaşması” dahil artık uluslararası sermayenin tüm “küreyi” masaya yatırdığını ve göçmenlik, ucuz işgücü, kalifiye eleman, enerji ve hammadde kaynakları dahil her şeyi planlama ve savaş içine aldığını görürüz. Bu noktada yaygın biçimde yanılgıya düşüldüğüne, kendi görüşünü geliştiremeyenlerin ırkçılık tuzağına düştüğüne tanık olduğumuz bu konuda bir kez daha doğru sorular eşliğinde bir sadeleştirmeye ihtiyaç duyuyoruz.
Marksist ufuklu anımsatmalar
Hemen her konuyu ele alışta gördüğümüz gibi fotoğraf çok boyutlu ve kafalar çok karışık. Yanıtlanması gereken pek çok soru var. Üstelik bunu, yanlış soruları eleyerek veya en temel olanlarını önceleyerek yapmak gerekiyor.
Ne oldu da dünyada mülteci sayısı tüm zamanların rekorunu kıran boyutlara geldi? Ne oldu da Türkiye, Suriyeliler ağırlıkta olmak üzere bir mülteci/göçmen deposu haline geldi?
Bugünkü dünyada paylaşım savaşı, birinci ve ikinci savaştan farklı olarak tüm coğrafyalarda/kıtalarda yaşanıyor. Küresel güçler her yere ve her şeye müdahale ediyor. Her şeyi düzenliyor; buna insan geçişleri, mültecilik de dahil, ucuz-güvencesiz ve kalifiye işgücüne ulaşmak da dahil.
Sermaye güçleri, tüm kozlarını oynuyor. Ormanları yakıyor, maden aramak için kuralsızca her yeri kazıyor, eriyecek olan buzulların altı için bile yatırım yapıyor. “Lityum darbeleri” gerçekleştiriyor. Dolayısıyla da mülteciyi seçerek alıyor. Bu bağlam kendi denetiminde olmayan göçün engellenmesini istiyor. Türkiye de buradaki işgücü yığılmasını çeşitli biçimlerde istismar ediyor. Bir anlamda iki taraf da durumdan memnun. Hatta süreç canlılığını koruyor ve Türkiye’ye yeni teklifler de yapılıyor.
Kısaca özetlediğimiz bu gelişmelerin/nedenlerin sonucunda Türkiye’de örneğin şu anda sanayide, hizmet sektöründe, inşaatta, pamukta, fındıkta, tekstilde milyonlarca insan çalışıyor. Bu gerçeklik, bırakalım gizlenmeyi açıkça ifade ediliyor ve savunuluyor.
İşte bu toplam resim/gerçeklik yok sayılarak çözüm üretmek mümkün değildir. Öncelikle mültecinin/göçmenin/sığınmacının haklarını bilmek ve bunları istismarcı-araçsallaştırıcı politikalardan ayrıştırarak birbirine karıştırmadan ele almak durumundayız. Dolayısıyla da işimiz hem zor hem kolay; bir takım tuzaklar var, onlara düşmediğimiz sürece gerçekliği görmek ve eşitlikçi-adil-uygun çözümler üretmek mümkün.