Kötülüğün önlenemeyen yükselişi ve sınıfsal arka plan
*Hopa’da, orman talanına karşı direnen bölge insanı, talandan yana güvenlik alan bölge insanı tarafından, devletin hazırladığı yasa ve teşvikle, devletin hazırladığı zeminde kurşunlandı.
*Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemizde verilen maden ruhsatı sayısı 1186 iken, AKP tarafından 15 yılda verilen maden ruhsatı sayısı tam 386.000
*Ülkede aile tipi tarımın bitirilmesi, tekeller için yağma ve elkoyma yolunun açılması süreci hızlanırken, Tarım emekçileri yolları kesiyor, ürününü toplamıyor ve hatta üretmeme kararı alıyor.
*Rezerv alan ilanı sağlam evi yıkma serbestisi getirirken “İki yıl üst üste işlenmeyen tarım arazileri kiraya verme” kararı, arazilere el koymayı getiriyor.
*Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Amasya, Balıkesir, Kastamonu, Manisa, Muğla, Samsun, Sinop ve Sivas’ta toplam 1.885.606 m2 alan orman sınırı dışına çıkartıldı. Orman Kanunu’nun ek 16. maddesine dayanılarak alınan bu kararlar ormanlara en az yangınlar kadar zarar veriyor.
*İzmir’de verdiği sokak röportajındaki sözleri nedeniyle tutuklanan ve 18 gün sonra cezaevinden tahliye edilen Dilruba Kayserilioğlu’na 7,5 ay hapis cezası verildi.
*Kadıköy’de düzenlenen 1 Eylül Dünya Barış Günü mitinginde pankart açtığı ve marşlar eşliğinde halay çektiği gerekçesiyle 12 kişi tutuklandı.
Mitinge katılımın önceki yıllara oranla sınırlı olması (yaklaşık 500 kişi) da dikkat çekti.
*Şimşek programlarıyla, kemer sıkmadan boğaz sıkma aşamasına geçildiğini, sermaye için cennet, emek için cehennem tanımını kalıcılaştırmayı amaçlayan bir sürece girildiğini söylemek mümkün. OVP’yi bu bağlam içinde, sermayenin orta vadeli saldırıları, sömürü ve hak gaspları için çizilmiş bir yol haritası olarak okuyabiliriz.
*İşçi cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarı ve sokak hayvanı katliamları görülmemiş boyutta yükselen bir grafik çiziyor.
*Dünyada ve ülkede faşizmin derinleşerek kapsam büyütmesi, sermayenin hakimiyetinin ve şiddetinin geldiği boyutu gösteriyor.
*“Amazon’da petrol ve gaz aramaları için yapılan 20 milyar dolardan fazla yatırımın yüzde 46’sı sadece altı bankadan geliyor: Citibank, JPMorgan Chase, Itaú Unibanco, Santander, Bank of America ve HSBC.”
Yukarıdaki sermaye-faşizm ilişkisine dair tanımımızı doğrulayan bu bilgi, sermayenin azami kar hırsının dönemsel niteliğine dair sadece bir örnektir.
*Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kursk ve Zaporijya’daki nükleer enerji santrallerine yönelik saldırıları “tehlikeli terör eylemleri” şeklinde nitelendirerek, “Benzer bir şekilde yanıt verirsek Avrupa’nın bu kısmında olabilecekleri sadece tahmin edebiliriz” dedi.
Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev, Ukrayna ordusuna uzun menzilli silahların verilmesinin, Rusya’yı Polonya topraklarına kadar bir sıhhi kordon oluşturmak zorunda bırakacağını belirtti.
Yapılan bu açıklamalara “Ukrayna’da 40 ve 50’li yaşlarda erkekler de askere alınıyor” haberini de eklediğimizde paylaşım ve hegemonya savaşının içerdiği potansiyel tehlikenin/yıkıcılığın boyutunu görebiliriz.
*Son olarak da basına, Lübnan’da 17 ve 18 Eylül’de çağrı cihazlarını ve telsizleri hedef alan saldırılar sonrasında onlarca insanın yaşamını yitirdiği ve binlerce insanın yaralandığı haberi düştü. Salt bu gelişme bile dünyanın nereye doğru gittiğine dair önemli veriler sunuyor.
*Yukarıda aktardığımız verilerin de gösterdiği gibi ülke ve dünya deyim yerindeyse kaynarken Mart seçimlerinden birinci parti olarak çıkan CHP, AKP’nin genelde halkı özelde üreticileri boğan programı karşısında öfkeyi örgütleyen ve gereğini yapan değil, öfkeyi frenleyen ve halkın sokağa dökülmesini önleyen bir rol oynuyor.
Yukarıdaki özet haberler, sermaye eksenli/destekli örgütlü kötülüğün vardığı boyuta dair kesitlerdir. Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Ancak asıl önemli olan, zaten görülen/bilinen bu tablonun kaynaklarını, itiraz dinamiklerini vb. tanımlamak ve kötülüğün dünden bugüne uzanan yol haritası eşliğinde tehdidin/tehlikenin geldiği boyutu görünür kılmak, bunun karşısında kimlerle, nasıl, hangi araç ve yöntemlerle durmak gerektiğini ortaya koymaktır.
Akışkan, şeffaf ve sıradan kötülük
Antonio Gramsci‘nin yıllar öncesinde söylediği gibi “Eski dünya ölüyor; yenisi ise henüz ufukta görünmüyor ve bu alacakaranlıkta canavarlar ürüyor.” Üstelik bu, kendiliğinden değil planlı programlı gelişen bir süreç. Bu süreci/gidişatı gören ve çeşitli biçimlerde tanımlayan yazarlara baktığımızda, kötülüğün akışkanlaştığına, şeffaflaştığına ve sıradanlaştığına dikkat çekildiğini görüyoruz.
Akışkan Kötülüğü yazan Zygmunt Bauman ve Leonidas Donskis’e göre eski tip kötülük, bir tür yan etki olarak, insanları dayanışmaya zorluyordu. Yeni tip kötülük ise insanın içine işliyor. İnsanı kötülüğün bir parçası haline getiriyor. Bu tip yeni kötülük insanları rekabete ve didişmeye, düşmanlıklara, karşılıklı güvensizliğe ve mesafeli durmaya itiyor; toplumsal duyarlıkları parçalarken, neoliberal bireyi ortaya çıkarıp yaygınlaştırıyor.
1990’da Kötülüğün Şeffaflığı’nı yazan Jean Baudrillard, “En kötü olan şey kanserde metastaz, politikada fanatizm, biyoloji alanında zehirlilik ve enformasyon alanında dedikodudur.” (Sayfa 74) demişti. O gün için, gidişatın niteliğini/yönünü göstermek açısından bu tanım önemli. Ancak neoliberal hedeflere ulaşıldığı günümüzde gelinen aşamada düzen siyasetinde yani sermaye düzeninde sadece fanatizmi değil kanserleşmeyi de zehirliliği de fazlasıyla gözlemek mümkün.
1963’te Kötülüğün Sıradanlığı‘nı yazan Hannah Arendt, “Yaklaşık kırk yedi kilometrekarelik bir alanı kaplayan Auschwitz kesinlikle sadece bir toplama kampı değildi; sayısı yüz bini bulan köleleriyle dev bir işletmeydi” (S:98) diyerek, Kötülüğün sınıfsal izini sürenler için önemli ipuçları vermişti. Benzer şekilde “I. G. Farben, Krupp Werke ve Siemens-Schuckert Werke gibi ünlü Alman firmaları hem Auschwitz’de hem de Lublin Ölüm kamplarının yakınlarında fabrikalar kurmuştu. SS ile işadamları arasında mükemmel bir işbirliği vardı...” diyen Arendt, Nazi faşizmi dahil, kötülüğün en derin yaşandığı zeminlerde sermayenin varlığına/rolüne dikkat çeker. (S:105)
Bilinir ki henüz ortada politika felsefesi yokken, bunun ön biçimleri olan iyi düşünce, iyi söz, iyi iş üzerinde durulmuştur. Antikçağ’dan bu yana iyi yaşam, iyi toplum, iyi politika, iyi yurttaş ideali söz konusu olmuştur. Artık o süreç de tamamlandı, kendini tüketti ve artık, basına “Venezuela’da seçim krizi: Muhalefet lideri için tutuklama emri çıkarıldı, ABD Maduro’nun uçağına el koydu” biçiminde haberler düşer oldu.
Devrimci siyaset ve beklemek kaybettirir
Gerçekte Siyaset, toplumun, toplumsal yaşamın nasıl olması gerektiğine dair amaçlı ve örgütlü eylemdir. Diğer bir ifadeyle devrimci siyaset, siyasi gerçekleri açıklamayı, varsa üzerindeki örtüyü kaldırmayı ve görünür kılmayı amaçlar. Çünkü doğrudan, güzelden, eşitlik ve özgürlükten yanadır; gizleyecek hiçbir şeyi yoktur. Düzen siyaseti ise gerçekleri örtbas etmeyi, kitleleri yanıltmayı amaçlar. Çünkü tepeden tırnağa haksızlık üzerine bina edilmiş, harcında kötülük ve çirkinlik olan bir düzeni savunmaktadır.
Bugün artık zaman halkların, emekçilerin, ezilen kimliklerin, doğanın ve doğa içindeki tüm canlıların aleyhine işliyor. Bu koşullarda beklemek kaybettirir. Çünkü sermayenin kendiliğinden durması da esnemesi de vazgeçmesi de söz konusu olmaz. Halkların birleşik gücü ile durdurulmadıkça görüldüğü gibi kötülük daha da boyutlanıp yaygınlaşacaktır. Bu nedenle tek yol, kötülüğün kaynağı sermaye iktidarına yani egemen sınıflara karşı bu düzenden yana çıkarı olmayan tüm sınıf ve tabakaları örgütlemek; köklü çözümler için bugünü adım adım kazanmaktır.
Bu YOL’da “birleşik mücadele” anahtar kavramdır. Ne var ki temel önemdeki bu meseleye hak ettiği önemi veremiyor, ön konuşmalar için dahi kolektif zeminler oluşturamıyoruz. Birleşik mücadele peşinen reddedilecek bir olgu değildir; hele ki dünyada bir savaş iklimine ülkede de bir darbe iklimine girdiğimiz bu koşullarda fikirlerimizi, önerilerimizi ve giderek imkanlarımızı ortaklaştırmamanın haklı/anlaşılır gerekçesi olamaz. Bu konudaki farklar olsa olsa biçim, içerik vb. tartışmaları ihtiyaç haline getirebilir ama birleşik mücadelenin önemine vurgu yapıp ayrı durmanın gerekçesi olmaz. Unutmamak gerekir ki bekledikçe hep beraber kaybediyoruz…