Irak Kürdistanı’nda ve Katalonya’da gerçekleştirilen referandumlar sonrasında, bu konudaki tartışmalar yoğunlaşmış görünüyor. Konunun özgünlüğü dahil çeşitli nedenlerle ve özellikle de sınıfsal bakış açısının zayıflamış olması sebebiyle, emperyalizmin bölgedeki varlığının neyi nasıl biçimlendirdiğinin üzerinden atlanarak, mesele bir halkın kaderine karar vermesi olarak görülebiliyor ve buna bağlı olarak, “karışılmaması” gerektiği savunulabiliyor. Gerçekte ise buradaki “karışmama” ezmeye, sömürüye, zorbalığa karışmama ile aynı anlama denk düşer. Çünkü referandum kararından, uygulanmasına ve devamında ne yapılıp yapılmayacağına kadar hemen her şey emperyalizm tarafından tayin ediliyor. Emperyalizmin olduğu yerde emperyalizmi teşhir etmek, ezilenden yana olmak nasıl gerekiyorsa, bir referandum anında düşünce belirtmek, eleştirmek veya muhtemel tehlikeye dikkat çekmek, “başkasının işine karışmak, kaderini tayinini engellemek” değil, tersine halklar arasındaki kardeşliğin zorunlu gereğidir. Diğer bir ifadeyle bir halkın başına çorap örülürken, “ey halk size tuzak kuruluyor dikkat edin” demek, seyirci kalmaktan daha uygun/doğru değil midir?
Bir başka bakış açısıyla, atılan adımları bütünüyle olumsuzlayarak ve ezilen bir halkın varlığını dahi yok sayarak, “Kuzey Irak’tan ezilen ulus, Katalonya’dan ezilen bir halk çıkaramazsınız” diyenler oluyor. Ve halkların durumu ne yazık ki Irak Kürdistanı’nda Barzani Aşireti’nin imkânlarıyla, Katalonya’da da egemen kesimlerin sahip olduğu zenginlikle ölçülmüş oluyor. Gerçekte ise Kuzey Irak’ın Amerikan işgalinden sonra desteklenmiş olması, bölgede halkı bir ezilen olmaktan çıkarmamış, Barzani Aşireti’nin önde gelenlerini egemen sınıf statüsüne yükseltmiş, gelirlerini artırmıştır. Ortada bir “kayırma” varsa bu, halkın değil halkı ezenin kayırılmasıdır. Dolayısıyla da Barzani, aşiretiyle beraber ne denli kayırılırsa kayırılsın bölgede yoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu halk, “ezilen” olmayı sürdürüyor. Eşitlik için dolayısıyla da gelirin eşit bölüşümü/dağılımı için, yöneten-yönetilen ilişkisinin yani mülkiyet sorununun çözülmesi gerekiyor ki bu da ancak devrimle mümkündür.
Evet, bir süredir emperyalizmin bölgede güçlü devlet istemediği, parçalayarak yönetmeyi tercih ettiği biliniyor. Ancak bu genel eğilim, halkların hiçbir koşulda ayrılmayı düşünmemesi gerektiği anlamına gelmiyor. Bu konuda Katalonya ile Kuzey Irak’ın bile aynı potada değil kendi koşulları itibariyle ayrı ayrı ele alınması gerekiyor.
Irak Kürdistanı’na sınıfsal bakış
Mesele bağımsızlık olduğunda, sömürgeye denk durumu ve aşiret ilişkileriyle Irak Kürdistanı, Katalonya’yla aynı kefede değerlendirilemez. Gerçi günümüz koşullarında emperyalizmin siyasal, ekonomik ve kültürel olarak geçmişle kıyaslanmayacak boyutta içselleşmesi/yaygınlaşması, artan müdahaleciliği vb. nedenlerle ezberden kaçınmak, UKKTH’yi doğru yorumlamak ve her adımı kendi somutunda değerlendirmek yanılgı olasılığını azaltacaktır.
Dünden bugüne gelişmeleri anımsayalım: ABD’nin 1991 sonrasında 36. paralelin kuzeyini uçuşa yasak bölge olarak ilan etmesiyle beraber fiili bir özerklik halini alan Irak Kürdistanı, 2005’teki anayasa ile yasal bir statü kazandı. Böylece meclisini, hükümetini, ordusunu yani bağımsız bir devletin sahip olabileceği organları oluşturma hakkı elde edildi. Bu çerçevede cumhurbaşkanlığı, başbakan yardımcılığı, bakanlık vb. görevler üstlenildi ve Merkezi Hükümet bütçesinin yüzde 17’si Kürdistan Bölgesi’ne aktarıldı.
Fiili olarak devlet statüsüne sahip olunan koşullarda ve tartışmalı bölgelere dair çözümsüzlüğün devam ettiği bir konjonktürde, Barzani’nin kendi konumuna meşruluk kazandırmak üzere, emperyalizmin ihtiyaçları çerçevesinde kararlaştırdığı referandumu, Kürt ulusunun kararı olmaktan çıkaran olgulardan biri de KDP dışındaki Kürt partilerinin sürece dahil edilmemiş olmasıdır. Nitekim diğer partiler başından itibaren sürece itiraz etmiş, son anda “Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı çıkıyor durumuna düşmemek için” evet oyu vermek durumunda kalmıştır.
Özetle, “kaderin tayin ediliş şekli ne olursa olsun ve diğer ulusların kaderi üzerinde nasıl etki yaparsa yapsın, emperyalizmle hangi ilişkiye girilmiş olursa olsun atılan adım meşrudur, doğru ve gereklidir” denmiyorsa; Irak Kürdistanı’ndaki referandum tartışılmalı, bu konuda düşünce belirtmekten kaçınılmamalıdır.
Katalonya daha özgün niteliklere sahip
Öncelikle belirtelim ki bağrında sınıfsal ayrımı taşıyan, dolayısıyla da baskı ve sömürü üzerine bina edilmiş sistemlerde halkın sorunlarına çözüm arayışı, tartışmasız olarak meşrudur. Ancak bu arayışın solun/devrimcilerin rolünü yerine getiremediği zeminlerde manipüle edilmesi, halkın öfke ve enerjisinin farklı mecralara akıtılması mümkündür. Bu konuda, ulusların kendi kaderini tayin hakkının yanlış yorumuna dayalı bir sonuçtan hareket edip, “müdahalesizliği” savunmak, bir anlamda devrimcilerin/solun tarihsel rolünü inkâr etmektir; halkı emperyalizmin, egemen sınıfların insafına terk etmektir.
Başından itibaren emperyalizm tarafından tayin edilen ve halkın bütünlüklü kararıyla/iradesiyle kararlaştırılmayan Irak Kürdistanı’ndaki referandum, tam da bu nedenle PKK dahil bölgedeki örgütlü yapılar tarafından da eleştirilmiştir. Ancak Katalonya, Kürdistan’dan farklı olarak burjuva demokrasisinin olduğu bir bölgedir. Bu niteliği, “ezilen” olmadığı yanılgısını beraberinde getirebiliyor. Gerçekte ise buradaki ezilme, sınıfsal ezilmedir; emek-sermaye çelişmesine dayalı, egemen sınıflar-halk ayrışmasıdır.
İspanya’da 18 özerk bölge bulunmaktadır. Merkezi hükümet, dolayısıyla da İspanya oligarşisi ile özerk bölgelerin kendi egemenleri arasında da bir mücadele, bir çıkar çatışması vardır. Ancak bu mücadele veya Madrid tarafından baskılanıyor olmak, her özerk bölgedeki yerel egemenleri/oligarşiyi kendi halkı karşısında meşru kılmıyor. Ne denli özerk olsa da zenginliği/imkanları ile bilinen Katalonya dahil her bölgede, emek-sermaye, dolayısıyla da ezen-ezilen ilişkisi vardır.
Katalonya, çeşitli açılardan özgün niteliklere sahiptir. Özellikle İspanya iç savaşı sürecinde milis güçlerinin organizasyonundan toprak mülkiyetine, genelde üretimden toplumsal yapılanmanın bütününe kadar kolektif yaşama dair çok özgün/öğretici bir pratik ortaya kondu. Belki sonuçta Barselona ayaklanması bastırıldı ama gerek antifaşist mücadele gerekse alternatif toplumsal yaşam bağlamında bırakılan izlerin bugün bütünüyle silinmiş olduğu söylenemez. Nitekim bölge, demokratik güçlerin nitel ve nicel varlığı bağlamında da bir özgülüğe sahip.
Katalonya’ya Sınıfsal bakış
Mevcut veriler, tüm özgünlüğüne rağmen, Katalonya referandumunun dünya ölçeğindeki hegemonya ve paylaşım savaşından, keskinleşen sermaye-sermaye çatışmasından bağımsız düşünülemeyeceğini gösteriyor. Aynı konu bağlamında AB’nin de birkaç ülkenin hegemonik gücünü temsil ettiği, o çıkarların devamı üzerine bina edildiği gerçekliğinin giderek daha hızlı biçimde görünür hale geldiğini ve bunun AB’yi dağıtma noktasına varabileceğini söyleyebiliriz.
Sınıfsal bakış açısı, Katalonya’da demokratik güçlerin varlığını, örgütlülük düzeyini dikkate almayı nasıl gerektiriyorsa, bölgede yerel bağlamda egemen güçlerin de olduğu gerçekliğini dikkate almayı gerektiriyor. Halkın, Madrid yönetiminden ve hatta AB ile İspanya’nın girdiği ilişkilerden rahatsız olması, buna itiraz etmesi doğal ve gereklidir. Ancak bu tür süreçlerde sol/devrimciler rolünü oynamadığı oranda, halk tepkisinin yerel oligarşi tarafından, Madrid’le girilmiş olan çıkar çatışmasına yedeklenme olasılığı da vardır.
Referandum kararında bölgedeki burjuva katmanların Katalonya’daki imkânları başka bölgelerle paylaşmak istememe eğiliminin de milliyetçi kesimlerin duruşunun da halk kesimlerinin özgürleşme arayışının da kesiştiği söylenebilir. Bu gerçeklik, referandumun bağımsızlıkla sonuçlansa dahi mevcut üretim ilişkilerini değiştirmeyeceğini, dolayısıyla da sınıfsal gerçekliği yani ezen-ezilen ilişkisini yeniden üreteceğini söylemek pek de abartılı olmaz. Tartışma, bu bağlamlar içinde, kesinlemelere gitmeden, sürecin özgünlüğü de izleyeceği seyir de dikkate alınarak yapılmalıdır.