Gazete Yolculuk, devrimler tarihinin ustalarının, günümüze ışık tutmayı sürdüren yazılarını ve çalışmalarını çevirerek okuyucularıyla ve ülkemizin genç kuşaklarıyla Devrim Kitaplığı altında buluşturuyor.
Ekim Devrimi ile SSCB’nin kuruluşundan, proletarya diktatörlüğünün ileri dönemde karşılaşacağı sorunlara kadar, Lenin’le evlendiği 1898’den itibaren tüm buhranların içerisinde yer alan inatçı devrimci Nadya Krupskaya’nın, 4 Eylül 1936’da, SSCB’deki iç ihanetle yüzleşilen Büyük Temizlik döneminde 224 nolu Izvestia’da kaleme aldığı metni okurlarımıza sunuyoruz.
“Sosyalizm, yukarıdan emirlerle inşa edilemez. Ruhu, geçmişin bürokratik mekanizmasına yabancıdır; bizzat halk tarafından inşa edilen canlı ve yaratıcı bir süreçtir” demişti Lenin, Sosyalist Ekim Devrimi’nin ilk günlerinde. (Lenin Seçme Eserler Cilt XXII, sayfa 45).
6 Mayıs 1919’da, yaygın yetişkin eğitimi 1. Tüm Rusya Kongresi’nde konuşurken Lenin “Eğer kendimize komünistlerin partisi diyorsak, artık, bütün harici engellerle işimiz kalmadığında, eski kurumları yıktığımız vakit, ilk kez önümüzde proletarya devriminin asıl görevi uzanacak – onlarca ve yüzlerce milyon insanın organizasyonu.” (Cilt XXIV, sayfa 272-278)
Lenin ölünce, yığınlar partiye daha da yaklaştı. “Lenin artık yok ama eseri yaşıyor”. Yıllar geçti, binlerce ve milyonlarca işçinin organizasyonunun gün geçtikçe büyüdüğüne tanık olduk, sosyalizmin inşası için, ülkenin idaresine katılıveren işçilerin.
Sovyetler ülkemizin bütün toplumsal kumaşı değişti. Halkı yığınlarının orta yerinden binlerce örgütçü yetişti. Stakhanovit hareket buna dair anlamlı bir örnektir; parti liderleri ve hükümetin geçen kış işler haldeki çeşitli üretken çevrelerin, kolhozcularla, işçilerle ve operatörler ile diğer yüksek getirili kolektif çiftçilerin örgütleriyle konferansı ve benzeri de.
Herkes, halk arasındaki dostluğun çeşitli ekonomik örgütler üzerinden nasıl geliştiğini, yığınların kültürel olgunlaşmasını görebilir. Yığınlar, yoldaş Stalin’in kendini büsbütün, yorulmaksızın bu kutsal işe, Lenin’in eserine, sosyalizmin inşasına adadığını, onları nasıl daha iyi bir hayata doğru taşımakta olduğunu görebilir. Bunu herkes görebilir ve ona inanıyorlar, o onların sevgisi ve güveniyle sarmalanmış durumda.
Troçkistler ve Zinovyevciler kitleleri umursamaz. Gerçeklerde yaşamıyorlar. Tek düşündükleri, Gestapo’yla, yani proletarya diktatörlüğünün en önde gelen düşmanıyla anlaşma pahasına da olsa iktidarı nasıl kapacakları olduğundan, Sovyetler ülkesindeki işçi yığınların kapitalist sömürüsü ile burjuva yapısının yeniden kurulmasına hizmet ediyorlar.
1920’lerin sonuna doğru, sendikaların rolüne ilişkin bir tartışma vardı. Lenin, bu husustaki pozisyonu vesilesiyle Troçki için “proletarya diktatörlüğünün özüne ilişkin meselelerde bir takım yanlışlara takılı kaldı. Eğer birileri bunu reddedecekse, şu anda oldukça gerekliyken neden ahenk ve dostluk içerisinde çalışamıyoruz diye sorulabilir. Yığınlara yaklaşma metotlarımızda, yığınlara hakim olma, onlarla bağımıza dair farklılıklar yüzünden. Meselenin özü buradadır. ” diye yazdı. (Cilt XXVI, sayfa 66)
Ve proletarya diktatörlüğünün özünü, sosyalizmin inşasında kitlelerin rolünü asla anlayamamış, bunun safi yukarıdan gelen bir emirle yapılabileceğini düşünen Troçki’nin, şu anda, yığınların sosyalizmi inşa edişine yardım eden Stalin, Voroşilov ve diğer Politbüro üyelerine terörist saldırılar düzenleme yoluna girmiş olması tesadüf değil.
Troçki’yle beraber ilkesiz Kamenev ve Zinovyev bloğunun, Lenin’in eserine, yığınların eserine, Sosyalizmin ideallerine karşı, bir duyulmamış ihanet adımından ötekine meyletmesi şans işi değildir. Troçki, Zinovyev, Kamenev ve onların bütün katiller çetesi Alman faşistleriyle birlikte davranmış, Gestapo ile bir pakta girmişlerdir.
İşte bu nedenle ülke, topyekun bu kuduz köpeklerin vurulmasını talep etmiştir. Mahkemede görevden alınmaları okuyan işçiler: “Burjuvazinin diktatörlüğünü geri kurmak istediler. Bizleri, yığınları unuttular. Onların iktidara gelişine izin verip vermeyecek oluşumuzu unuttular, ayrıca sosyalizmin hayatta oluşunu; onun yığınların eseri olduğunu unuttular” dedi. Bunu unuttular ve karşı-devrimci burjuvazinin ön safları oluverdiler.
Yığınların saflarında huzursuzluk yaratmak, devrimin kalbi ve beyni -yoldaş Stalin’in kendisini- öldürmek istediler. Bu gerçekleşmedi. Bu değersiz hin adamlar çetesi vuruldu.
Şimdiyse yığınlar Parti etrafında daha da fazla toparlanıyor. Stalin’e olan sevgileri büyüyor.
Parti üyesi olmayan kimseler bile ek okuma olarak, yaygın şekilde dolaşımda olan gazetelerde Lenin’in ve Stalin’in seçme eserlerini çıkarmanın gerekli olduğunu yazıyorlar.
Toplumsal bilinç, irfan için açlık giderek büyüyor. Puşkino’da bir yetişkinlere bilgi aktarma okulu kuruldu bile. Büyüleyici şekilde çatının son rötüşlarını yapmaktalar – 40 yıl evvel Pazar Akşam Okulu’nda öğrencim olan kıdemli bir idarecinin bana aktardığına göre. Hapiste bir dönem geçirdi, 1918 yılında kendi köyünde bir kolektif yaratmış ve örnek çalışma olarak ‘milyon ruble’ ödülünü kazanan kolektif çiftliğine direktör olarak atanmış.
Evet, Sosyalist yapı büyüyor, yığınların kültürel gereksinimleri de. Bu gereksinimlere ayak uydurmalıyız, yetişkinler için okulları güçlendirmeliyiz, ağlarını genişletmeliyiz, müzelerde ve kolektif çiftliklerde kültür merkezleri ve kulüpler kurmalıyız. Verili aşamada eğitimin niteliğine, kütüphanelere, okuyucu kulüplerine ve kültür merkezlerine en yüksek önem verilmeli.
Çeşitli üretim alanlarındaki örgütçülerle, kolhozcularla, işçilerle, karma işçilerle, şeker pancarı yetiştiricileriyle birlikte.
Herkes, halk arasındaki dostluğun çeşitli ekonomik örgütler üzerinden nasıl güçlendiğini, yığınların kültürel gelişimini görebilir. Ve milyonlarca işçi, yoldaş Stalin’in kendini ara vermeksizin, büsbütün ve yorulmaksızın bu yaşamsal göreve, Lenin’in eserine, sosyalizmin inşasına adadığını, onları nasıl daha iyi bir hayata doğru taşımakta olduğunu görebilir.
Bunu görüyorlar, ona inanıyorlar ve onu tüm güven ve sevgileriyle sarıp sarmalıyorlar.
Bu alanda halihazırda zengin deneyimlere sahibiz. Sosyalist Ekim Devrimi yılları boyunca kültür alanındaki anahtar inisiyatif işçilerden geldi ve o alanlarda pek çok zorluk hesaba katılmadığından gerileme yaşanmıştı; “arzulanan” ve “ileriyi de kapsaycak” şeylere sanki o an mevcutmuş gibi bakıldı.
Artık hayata daha keskin gözlerle bakmayı öğrendik, geçmişin kalıntılarına daha coşkulu bir nefret duyuyoruz. İrfanımızı derinleştirip genişletmemiz ve bu irfanı doğru uygulayabilmemiz için şart olan kavrayışımızı güçlendirdik. Görüyoruz ki sosyalizmi kurma işimiz bir an bile olsun zayıflamıyor. Daha da güçlü ve harmoni içinde ilerliyor.
Enternasyonalin paramparça edilişi, Troçki-Zinovyev katiller çetesinin halk cephesini dağıtma teşebbüsüleriyle birlikte kalkanlarını yukarı kaldırmaları tesadüf değil. De Brouckerler ve de Citrineler (*), düşmanların, SSCB işçi sınıfına, partisine ve liderliğine dönük her türlü baltalayıcı faaliyetlerini destekliyorlar. Burjuva dünya tarafından seslendirilen Sovyet karşıtı sloganları haykıran ilk sırayı dolduruyorlar.
Üçüncü Enternasyonal, İkinci Enternasyonal ile mücadelenin sonucu olarak yaratıldı. İkinci Enternasyonal, dönek Kautsky ve hempalarının yardımıyla proletarya diktatörlüğüne ve Sovyet iktidarına karşı şiddetli propagandalar yürütüyordu. İkinci Enternasyonal, işçi yığınların gözünü kör etmek ve kapitalist sistemi aklayıp savunmak peşinde. Gestapo ajanı Troçki’yi savunmaları bundandır. Ancak bu tutmamıştır.
Sovyetler ülkemiz güçlendi. Komünizm sancağı giderek yükseliyor ve Marx, Engels ve Lenin tarafından taşları döşenen yolda sağlam adımlarla ilerliyor.
Ne Troçkistler ne Zinovyevciler ne de İkinci Enternasyonal, doğrularla gerçekleri gizleyemeyecek veya işçilerin gözüne toz üflemeyi başaramayacak. Enternasyonal cephedeki gergin atmosfer mayalanıyor, savaş tehdidi ve tüm bu durumlar işçilerin görüşünü keskinleştiriyor. İşçilerin halk cepheleri, bütün dünyada büyüyor ve kuvvetleniyor.
(*) Krupskaya, burada ilk olarak, 1830 Belçika Devrimi’nden Charles de Brouckere’e atıfla, Troçki’nin, Belçika örneğine benzer biçimde SSCB’nin bölünmesine dönük hesaplardaki önemli rolüne işaret ediyor.
Krupskaya, ikinci olarak da, İngiltere’deki İşçi Partisi’ni içinden çıkaran İşçi Sendikaları Kongresi’nin (TUC), 1926 yılındaki büyük madenci genel grevi sırasında, muhafazakarlarla işbirliği yaparak grevi kırmaya ve sınıf mücadelesinin keskinleşmesini önlemeye çabalayan işçi aristokrasisi lideri Walter Citrine’e atıfla Zinovyev’i kastediyor.