Gazete Yolculuk, devrimler tarihinin ustalarının, günümüze ışık tutmayı sürdüren yazılarını ve çalışmalarını çevirerek okuyucularıyla ve ülkemizin genç kuşaklarıyla Devrim Kitaplığı altında buluşturuyor.
FHKC’nin Şubat 1969’daki 1. Kongresi’nin ardından yayınlanan ve FHKC tarafından saptanmış olan Filistin’in kurtuluş stratejisini açıklayan tarihsel belgenin daha önce yayınladığımız “Siyasal Teorinin Önemi” başlıklı ilk kısmı ile devamındaki “Düşmanlarımız Kimler?” bölümünün girizgahının devamında, bu sefer FHKC’nin Filistin davasının düşmanlarını sıralayıp değerlendirdiği ikinci kısmı okuyucularımıza sunuyoruz.
Düşmanlarımız Kimler?
Mao Zedung, “Çin Toplumunun Sınıflarının Çözümlemesi” (Mart 1926) makalesinde şöyle der:
“Düşmanlarımız kimler? Dostlarımız kimler?
Devrim için ilk önemdeki soru budur. Çin’de geçmişteki devrimci mücadelelerin bu kadar az şey başarmasının temel nedeni, gerçek düşmanlara saldırmak üzere gerçek dostların birleşememesi idi. Devrimci bir parti yığınların rehberidir ve hiçbir devrim, devrimci parti onlara yanlış yolda liderlik ederse başarılı olamaz. Devrimimizi zafere ulaştırmak ve yığınları yanlış yönlendirmemekten emin olmak için, gerçek dostlarımızla, gerçek düşmanlarımıza saldırmak adına birleşmeye önem vermeliyiz. Çin toplumundaki çeşitli sınıfların ekonomik durumlarını ve onların devrim karşısındaki tutumlarını ayrı ayrı çözümlemeliyiz.”
O vakit, bizim düşmanlarımız kim?
Her devrimin arkasında yatan siyasal teori, bu sorunun sorulması ve yanıtlanmasıyla başlar. Kabul edilmeli ki Filistin halk kitleleri, bu soruyu henüz açık, net ve nihai sonuca vardıracak şekilde yanıtlamadı. Düşmanın net bir tanımı olmadan, savaşa ilişkin net bir bakış imkansızdır.
Düşmanın kitleler tarafından değerlendirilişi, şimdiye dek duygusal bir işlemden ibaretti. Ne vakit birkaç kısmi zafer kazanıldı, o vakit yığınlarda düşmanın gücünü hafife alan, savaşın hızlı ve kolay olacağını ve kısa sürede zafere ulaşmamızın mümkün olduğunu belirten genel bir algılayış galip geldi. Diğer yandan, düşman bize sert vurduğunda, öteki uca savrularak düşmanın yenilmez bir güç olduğunu düşünmeye başladık.
Açıktır ki, bu denli duygusal bocalama ile savaşın bilimsel bakış açısına sahip olmamız veya akıllıca ve kazanmak üzere sebatla planlamaya girişmemiz imkansızdır.
Yığınlarımızın düşmanın asıl doğasını kavraması ve bu kavrayışla savaşın görüntüsünün onlar için netleşmesinin vakti gelmiştir.
1-İsrail
Kurtuluş mücadelemizde ilk olarak siyasi, askeri ve ekonomik bir varlık olarak iki buçuk milyon uyruğunun azami askeri seferberliği ile saldırgan, yayılmacı, ırkçı yapısını muhafaza etmeye ve de bizim topraklarımızı, özgürlüğümüzü ve haklarımızı almamızı engellemeye çalışan İsrail’le karşılaşıyoruz.
Bu düşman silahlanma, eğitim ve harekat dinamizmi standartlarına açıkça yansıyan belirgin teknolojik üstünlüğünün keyfini sürüyor. Aynı zamanda, bir ölüm kalım savaşı verdiği yönündeki hissiyatının neticesinde büyük bir seferberlik kapasitesine de sahip ve haliyle, son nefesine kadar kendini savunmaktan başka alternatifi yok.
Bu seferberlik örgütleme kapasitesini ve teknolojik üstünlüğü, düşmanla karşılaşmamızın her anında akılda tutmak zorundayız. Bu düşmanla şimdiye kadarki tüm muharebeleri kaybetmemiz tesadüf değildi ve yenilgilerimize kısmi yahut alakasız açıklamalar getirmek büyük hata olur. Düşmanın asıl mahiyetini anlamak, zaferin stratejik planlamasının ilk adımıdır. Fakat İsrail, bu savaşta yüzleştiğimiz tek düşman mı? Bakışımızı, İsrail’i bir başına tek düşmanımız olarak görecek bir darlığa hapsetmek, bir kişiyle kavgaya tutuştuğunu düşünürken aslında hiç de hazır olmadığı on kişilik bir dövüşle karşı karşıya olduğunu fark eden kimseninki misali, felaket bir hata olur.
2- Dünya Siyonist Hareketi
İsrail, gerçekte dünya Siyonist hareketinin bütünden ayrıştırılamaz bir parçasıdır -hakikaten de bu hareketten filizlenmiştir. Böylelikle, İsrail’le savaşımızda yalnızca İsrail devletiyle yüzleşmiyor, aksine dünya Siyonist hareketinin kudreti üzerine inşa edilmiş bir İsrail’le mücadele ediyoruz. Siyonizm ırksal ve dini bir hareket olarak, İsrail’i desteklemek için dünyanın dört bir yanındaki 14 milyon Yahudiyi yönetmeye ve silah altına almaya, saldırgan varlığını koruyup konsolide etmeye ve varlığını yaymaya çalışmakta. Bu destek, kesinlikle moral destekle sınırlı değil; dünyanın her yerinde yaptığı tanıtım ve propagandanın ötesinde, aslında İsrail’i daha fazla nüfusla, daha fazla parayla, daha fazla silahla, daha fazla teknik bilgiyle ve nüfuzu gereği Siyonist hareket tarafından yönetilen daha geniş ittifaklarla beslemesi bakımından esasen maddi bir destek. Bu yüzden düşmanımız İsrail artı Siyonist harekettir dediğimizde, düşmanımıza sadece bir dizi sözcük eklemiş olmuyor, bunun yerine savaşa dair hesaplarımızı yaparken hesaba katmamız gereken belli boyuttaki maddi bir kuvvetten bahsediyoruz.
Mevcut anlatıda kendimizi İsrail ve dünya Siyonist hareketine dair bu genel bakışla sınırlandırıyoruz, ancak İsrail ve dünya Siyonist hareketinin kesin ve detaylı bir incelemesini yapma zorunluluğuna başvurmalıyız.
Genel bakışla pek uyuşmamanın aksine, böylesi bir inceleme bu bakışı doğrular ve elle tutulur hale getirir, böylece de düşmanımıza dair üstünkörü tahayyüllerden kurtulmamızı sağlar.
Son yıllarda İsrail ve dünya Siyonist hareketi üzerine inceleme yapma yönünde bir dizi ilgi gösterildi. Bu incelemeler, düşman hakkındaki gerçekleri ve onun varlığının siyasi, askeri, ekonomik ve toplumsal yönlerini önümüze koyuyor. Siyasi ve askeri kadrolarımızın, yazarların çizgisine hükmeden siyasi eğilimler ne olursa olsun bu incelemeleri okuması beklenmektedir çünkü belirli veri ve hakikatler ile detaylı bilgi vasıtasıyla, savaşmakta olduğumuz düşmanın doğru, somut bir resmini çıkarırız.
Vurgulanması gerekir ki, karşılaşmakta olduğumuz ve İsrail ile Siyonizm tarafından temsil edilmekte olan düşman, doğal olarak, hem diğer toplumlarda olduğu gibi İsrail’in kendi bünyesi içindeki çatışmalarla, hem de İsrail ile dünya Siyonist hareketi arasındaki bir dizi çatışmanın neticesinde yönetilmektedir.
Bu çatışmalar, bizim için daimi bir inceleme ve çalışma konusu olmalıdır. Direniş hareketinin büyümesi, şüphesiz, bu çatışmaları, kurtuluş savaşımızın çıkarlarına hizmet etmesine yönlendirebilmemiz adına çatışmaların keskinliğini artıracaktır. Yaklaşan savaş söz konusu olduğunda, İsrail ve dünya Siyonist hareketi içerisinde gerçekleşmekte olan bu çelişkiler, İsrail ile dünya Siyonist hareketi arasında tam yoğunlaşmayı ve konsolidasyonu engelleyecek bir mertebeye ulaşmış değil. Bizim için düşmanın fotoğrafı, teknik beceri ve titiz organizasyona sahip, kuvvetle korunan ve etkili biçimde yoğunlaşmış, İsrail nüfusunu ve dünya Yahudiliğini bizimle savaşında tümüyle seferber etmeyi amaçlayan bir kamp şeklinde kalmalı.
Peki o halde düşmana dair bakışımız bu kadarıyla mı sınırlı?
Karşı karşıya olduğumuz “düşmanın tamamının” resmi bu mu?
Tekraren belirtiyoruz ki, eğer savaş için bilimsel muhakemeler yapmakta başarısız olursak, eğer perspektifimiz bu sınırlar içerisinde kalırsa büyük bir hataya düşüyor oluruz.
Filistin’in kurtuluşu savaşında üçüncü bir düşmanla karşı karşıyayız, Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki dünya emperyalizmi.
3- Dünya Emperyalizmi
Dünya emperyalizmi, muhafaza ve müdafaa etmek için vahşice savaştığı çıkarlara sahip. Bu çıkarlar, en düşük fiyattan satın almak suretiyle gelişmemiş ülkelerin zenginliklerini soymasından ve ardından bu zenginlikleri işleyip aynı gelişmemiş ülke pazarlarına en üst fiyattan satmasından meydana geliyor. Bu operasyonları sayesinde, halkların sefaleti, yoksunluğu ve çaresizliği pahasına sermayelerini büyütmelerini sağlayan uçsuz bucaksız karlar biriktiriyorlar. Arap dünyası başta petrol olmak üzere pek çok zenginliğe sahip ve işlenmiş malların tüketimi için büyük bir pazar. Emperyalizm, bir yandan zenginliğin emperyalistlerde birikiminin devamını, diğer yandan da bizim yoksulluğumuzun derinleşmesini sağlayan bu durumu korumayı istiyor. Bu amaçla, ülkemizi ve halkını bu sömürüden kurtarmayı hedefleyen her devrimci hareketi ezmeye fazlasıyla kararlı.
Arap Dünyası’ndaki yığınların devrimci hareketi, doğal olarak İsrail’i yok etmeyi hedefliyor çünkü İsrail bu dünyanın bir kısmını gasp etmiş ve diğer kısımlarına büyük tehlike arz eden bir kuvvet. Dolayısıyla İsrail’in, Filistinli yahut Arap herhangi bir devrimci hareket ile sonuna dek savaşmaktan başka yolu yok. Bu noktada emperyalizm dünyanın bu kısmında kendini en iyi pozisyonda buluyor, çünkü onun topraklarımızdaki varlığını ve çıkarlarını koruyan İsrail vasıtasıyla, emperyalizm tarafından kullanılan üs ve kuvvet olarak İsrail vasıtasıyla, kendisini anavatanımızdan sökmeyi amaçlayan Arap devrimci hareketiyle savaşabiliyor. Böylesi bir hal, bir yandan İsrail ve dünya Siyonist hareketi, diğer yandan ise dünya emperyalizmi arasında organik bir birlik yaratıyor çünkü ikisi de Filistin ve Arap ulusal kurtuluş hareketiyle savaşmak hususunda ortak. Bu nedenle İsrail’in korunması, takviye edilmesi, desteklenmesi ve varlığının muhafaza edilmesi, dünya emperyalizminin çıkarlarına ilişkin temel meseleler.
Bu da bize, İsrail’i, dünya Siyonist hareketini ve dünya emperyalizmini kapsayan düşmanın tutarlı bir görüntüsünü veriyor.
Bu noktada ayrıca belirtmek istiyoruz ki düşman kampına dair görüşümüze dünya emperyalizmini de eklememiz, düşmanın tanımına ilişkin bir dizi kelime daha eklemek gibi anlaşılmamalıdır, çünkü bu ek, savaşı yürütmekte olduğumuz düşmanın somut görüntüsüne girmektedir. Emperyalizm İsrail’e daha fazla silah, daha fazla destek ve para demektir. Fantom jetleri, atom bombasının sırrı ve bizim ona dayatmaya çalıştığımız kalıcı ablukaya dayanabilecek bir ekonominin inşası demektir.
Burada milyonlarca ve milyonlarca Batı Almanya markı ve Amerikan doları, İsrail’in kuvvetini artıran somut güce dönüştürülmektedir ve bu nedenle savaş planlarımızda hesaba katılmalıdır.
O vakit düşmanımız yalnız İsrail değil. İsrail, Siyonizm, emperyalizm; ve düşmanımızın berrak bir bilimsel kanaatine sahip değilsek, ona karşı galip gelmeyi umamayız. Filistin sorununu uluslararası seviyede “nötralize” etme girişiminin “Bu savaşta İsrail’in yanında olacağına neden Amerika’yı kendi yanımıza çekmiyoruz?” düşüncesi hatalı ve tehlikeli bir fikirdir çünkü bilim dışı, gerçek dışı ve tutarlı olmaktan uzaktır. Tehlikelidir, çünkü yüzleştiğimiz düşman hakkındaki gerçeği kamufle etmektedir ve bizi savaş sırasında hatalı hesaplamalara götürür.
Peki düşman tanımımız bu sınırda durmalı mı? Filistin’in kurtuluş savaşında karşı karşıya olduğumuz kuvvetlerin tamamı bu kadar mı? Karşılaştığımız “tüm düşmanlar” bu mudur?
Esas itibariyle düşman kampında yer alıp kesin ve net bir şekilde görmemiz gereken dördüncü bir güç daha var.
4- Feodalizm ve Kapitalizm Tarafından Temsil Edilen Arap Gericiliği
Çıkarları Arap dünyasındaki gerici rejimler tarafından temsil edilen ve korunan Arap kapitalizmi, bağımsız bir kapitalist birim teşkil etmemektedir ve sonuç olarak bağımsız siyasi konumlanışlar üstlenememektedir. Aslına bakılırsa Arap kapitalizmi, bağlantılı ve dahili parçası olduğu dünya kapitalizminin zayıf bir dalını temsil eder. Arap dünyasının milyonerleri olan tüccarlar, bankerler, feodal ağalar, büyük emlak sahipleri, krallar, emirler ve şeyhler aslında sahip oldukları milyonları dünya kapitalizmiyle işbirlikleri sonucunda elde etmişlerdir. Bu zenginliği bir araya getirmişlerdir çünkü ya yabancı sermaye tarafından üretilen malların ticari mümessilidirler, ya yabancı bankacılık kuruluşlarında yahut sigortacılık şirketlerindeki ikincil hissedar konumundadırlar ya da sömürgeciliğin çıkarlarını koruyup ekonomimizi bu sömürgeci nüfuzdan kurtarmayı amaçlayan kitle hareketlerine her an saldırmaya hazır rejimlerin başındaki emirler ve krallardırlar.
Bu nedenle, eğer topraklarımız yabancı mallara ve yabancı sermayeye pazar olarak kalmaz ve sömürgeciler bizim petrol ile diğer kaynaklarımızı talan etmeye devam etmez ise, sahip oldukları milyonları ellerinde tutamazlar, çünkü bu yol onların milyonlarını elde etmelerinin ve korumalarının tek yoludur.
Bu demektir ki, kitlelerin anayurdumuz üstündeki emperyalist nüfuzu yok etmek üzere yürüttüğü gerçek bir kurtuluş savaşında, Arap gericiliği, devamlılığı emperyalizmin sürekliliğine dayanan kendi çıkarlarının dışında davranamaz ve kitlelerle birlikte saf tutamaz.
Bu Arap gerici güçleri -özellikle de akıllı olanları- İsrail’le veya dünya emperyalizmiyle çatışmalarında kendi avantajları adına görünüşte sığ ve yüzeysel ulusal hareketleri destekliyor gibi yapabilir, ancak son tahlilde, topraklarımızdan sömürgeciliğin kökünü kazımayı ve gerici güçleri temsil eden bekçileri besleyeceğine yığınların çıkarlarına hizmet edecek bağımsız bir ekonomiyi inşa etmeyi hedefleyen herhangi bir ulusal kurtuluş hareketinin kaçınılmaz olarak karşısındadırlar.
Devrimci kitle hareketinin büyümesi, bu güçler açısından halkın otoritesinin büyümesi, yani kendilerinin otoritesinin yok olması anlamına gelir. Bu nedenle, İsrail’le ve emperyalizmle çatışmaları hangi düzeye erişirse erişsin, onlar her zaman esas çatışmanın kendi çıkarlarının ve otoritelerinin yok edilmesi manasına gelen kitlelerin hareketiyle olduğunun bilincedirler.
Arap gericiliğinin düşman kuvvetlerden biri olarak tasnifi, azami öneme haizdir çünkü bu gerçeği kavramakta başarısız olmak demek, önümüzde duran görüntüye dair net bir görüş sahibi olamamak demektir. Gerçek pratikteki karşılığı ise, düşman kampının asıl üslerinin ve kuvvetlerinin aramızda yaşamını sürdüğünü, yığınlar nezdinde savaşın gerçeklerini tanınmaz hale getiren aldatıcı bir rol oynayabileceklerini ve fırsat bulduklarında, devrimi gafil avlayıp ona yenilgi yaşatacak darbeyi vurabileceklerini dikkate almamak demektir.
O halde Filistin’in kurtuluşu için savaşımızda karşılaştığımız gerçek düşman kampı budur. Savaşımızı bu kamptaki her bir unsura ilişkin net bir görüş olmaksızın kazanamayız. Bu unsurları tanımlayışlarımız ve onları birbirine bağlayan ilişkilere dair algımız ışığında, en güçlü düşmanımızın, hakiki ve asıl düşmanımızın dünya emperyalizmi olduğunu, Arap gericiliğinin onun yalnızca bir uzantısı olduğunu ve İsrail’in asıl gücünün, onu her türlü kaynakla donatıp teknolojik üstünlüğe sahip büyük bir askeri güce ve içinde bulunduğu koşullara rağmen hayatta kalabilen bir ekonomiye dönüştüren dünya emperyalizminin üssü olmasında yattığını söyleyebiliriz.
Bu bağlamda Filistin’in kurtuluşu mücadelesi, dünyadaki diğer her kurtuluş mücadelesi gibi, gelişmemiş ülkelerin zenginliğini talan etme ve bu ülkeleri malları için pazar olarak tutma peşindeki dünya emperyalizmine karşı yürütülen bir mücadeledir.
Doğal olarak İsrail -ve aynı şekilde Siyonist hareket de- kendi karakteristiğine sahip, ancak bu karakteristik, İsrail’in emperyalizmle organik bağı dahilinde görülmelidir.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunu takiben, Filistinli feodal güçler ve burjuvazi, sanki İngiliz sömürgeciliğinin tarafsız bir güç gibi davranacağı temelinde, durumu mücadelede düşman yalnızca Siyonist hareket ve Filistin’deki Yahudilermişçesine göstermeye çalıştı. Ancak ulusal müfrezeleriyle kendi öncüsünü oluşturan Filistinli kitleler, yalnızca ilerleyen süreçte anladı ki asıl düşmanları, ülkemizdeki Siyonist hareketi, ilerici kitlelerin isteklerine karşı vurucu güç biçiminde bir araç olarak kuvvetlendirip desteklemek isteyen İngiliz sömürgeciliğiydi.
Bugün artık halkımızın yeni deneyimlere veya doğaçlama eylemlere ihtiyacı yoktur. Filistin’in kurtuluşu için mücadelemizde öncelikle dünya emperyalizmiyle mücadele halindeyiz, savaşımız temel olarak ona, sonrasında onun üssü rolündeki İsrail’e ve onunla ittifak halindeki gerici güçlerle. Savaşı, savaşa ilişkin muhasebelerimizi doğrulayan, düşmanımıza dair açık bir kavrayışa sahip olmadığımız sürece kazanmayacağız.
Bakış açımızda tüm unsurlarıyla, temsil ettiği gruplarla ve ittifaklarıyla düşman kampına dair her eksiklik veya belirsizlik, savaşımızda böylesi bir düşman kampıyla karşılaşmaktayken örgütlemekle yükümlü olduğumuz devrimci seferberlik düzeyinin tahayyülüne ilişkin bir eksiklik ve belirsizlik demek.
Tüm bunlar ışığında, karşımızdaki düşmana dair temel özellikler ortadadır:
1-Savaşta düşmanımız İsrail, Siyonizm, dünya emperyalizmi ve Arap gericiliğidir.
2-Bu düşman, teknolojik üstünlüğü ve doğal olarak askeri üstünlük ile daha büyük bir savaş gücüne dönüşen üretimde kesin üstünlüğü elinde tutmaktadır.
3-Tüm bunlara ek olarak düşman, iktisadi ve siyasi kurtuluşa doğrultulanmış kitle hareketleriyle yüzleşmede büyük bir tecrübeye sahiptir ve kitleler, yeni sömürgecilerce devrimci hareketleri yenmek adına kullanılan tüm yöntemlerin üstesinden gelebilecek üst düzey bir siyasi bilinç edinmediği sürece, düşman böylesi kitle hareketlerini yenecek gücü elinde bulunduruyor.
4-Düşmanın birincil askeri üssü olan İsrail bağlamında savaşın mahiyeti, İsrail’deki siyasi ve askeri liderlik açısından son nefese kadar sürdürülecek bir ölüm kalım mücadelesi biçimindedir.
Savaşın mahiyeti ile yer ve zamanını tayin eden bu net perspektiftir.
Başka bir deyişle, bu perspektif şunları saptar:
1. Bu kavgada sıkı durabilmek ve düşmanın, devrimci eylemi boşa çıkarıp onun altını oymaya dönük bütün önlemlerinin üstesinden gelmek adına tüm devrimci güçleri düşmana karşı seferber etme gücüne sahip olan devrimci teori ve devrimci siyasi düşüncenin önemini.
2. Varlığını ve çıkarlarını son nefesine kadar koruma hususunda düşmanın kazanma kararlılığından daha kuvvetli bir kararlılıkla silahlanmış, mücadelede devrim güçlerinin öncüsü olan kudretli bir siyasi örgütü.
3. Tüm bu düşman kampına karşılık toplanması gereken devrimci ittifakların mahiyeti ve kapsamını.
4. Düşmanın teknolojik ve askeri üstünlüğü karşısında önce gerilla savaşı biçimini alan ve nihai zaferi garantileyecek olan uzatmalı halk savaşı doğrultusunda silahlı mücadele çizgisini.
Savaşın mahiyetini belirleyecek olan düşmanın mahiyetidir ve düşman kampı ile onun ana niteliğine yetersiz ya da bilimdışı bir bakış geliştirme tehlikesi burada yatar.