Filistin direnişinin 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından İsrail, aldığı sarsıcı darbeyi Nakba’nın yeni aşaması için casus belli olarak kullanma ve Filistin’in teslim olmayan son direnç adacığı olan Gazze’yi Mısır’a ait Sina çölüne sürerek ortadan kaldırmanın peşinde. İşgal devletinin nihai planında önemli bir aşamaya tekabül edecek bu büyük etnik temizliği gerçekleştirebilmek için uyguladığı dizginsiz vahşet ise emperyalizmin açık desteği ve yönlendirmesinin yanında, 7 Ekim’den sonra medyada estirilen yalan ve manipülasyon rüzgarının İsrail’e sağladığı sahte krediyle de alakalı. Cradle’dan Robert Inlakesh ve Sharmine Narwani’nin hazırladığı “7 Ekim’de gerçekte neler oldu?” başlıklı yazının çevirisini, bu katliam kredisini dağıtması ve söylencenin karşısında ilerleyen dönemde ortaya çıkması muhtemel gerçekleri Filistin halkının en çok ihtiyaç duyduğu şu anda aralaması için yayınlıyoruz.
7 Ekim’de gerçekte neler oldu?
Hamas’ın 7 Ekim’de patlak veren İsrail’e saldırısının üstünden iki haftanın geçmesiyle, gerçekte yaşananların daha net bir görüntüsü -kim öldü ve kim öldürdü- ortaya çıkmaya başlıyor.
İsrail’in toptan sivil katliamı iddiasının aksine, İbrani gazete Haaretz tarafından yayınlanan tamamlanmamış rakamlar, o gün öldürülen İsraillilerin yaklaşık yarısının aslında muharip unsurlar olduğunu gösteriyor -polis ya da asker.
Bu arada, Batı medyasında Hamas’ın 7 Ekim’deki askeri saldırısı sırasında yaklaşık 1,400 İsrailli sivili öldürdüğü iddialarına dair iki hafta süren çarşaf çarşaf haberler, kızgın duyguların ve İsrail’in Gazze Şeridi ile onun sivil halkını hiçbir sınır tanımaksızın yok etmesinin ortamının yaratılmasına hizmet etti.
İsrail’in ölü sayısına ilişkin hesaplar, o gün bebeklerin, çocukların ve kadınların terör saldırısının ana hedefi olduğunu ve toptan bir sivil katliamının gerçekleştiğini öne sürecek şekilde filtrelendi ve şekillendirildi.
Fakat şimdi, ölü sayılarına ilişkin Haaretz tarafından yayınlanan detaylı istatistikler çok farklı bir resim çiziyor. Haber sitesi, 7 Ekim’de Hamas öncülüğündeki taarruzda, 23 Ekim itibariyle isimleri ve öldürüldükleri lokasyonla birlikte 683 İsraillinin öldüğüne dair bilgi vermekte.
Bunlardan 331’i, -ya da yüzde 48,4’ü- teyit edildiği üzere pek çoğu kadın olan asker ve polislerden oluşuyor. Bir diğer 13 kişi kurtarma hizmeti personeli ve kalan 339’u ise görünürde sivil kabul ediliyor.
Her ne kadar liste teferruatlı olmasa ve İsrail’in açıkladığı toplam ölü sayısının yarısını kapsasa da, çatışmalarda öldürülenlerin yaklaşık olarak yarısı açıkça İsrailli muharip unsurlar olarak teşhis ediliyor.
Aynı zamanda henüz üç yaşın altında hiçbir çocuk ölümü kaydedilmiş değil, ki bu da Filistin direnişinin bebekleri hedef aldığı yönündeki İsrail söylencesini sorgulatıyor. Şu ana dek kaydedilmiş 683 toplam kayıptan 7’si 4 ila 7 yaş aralığında ve 9’u 10 ile 17 yaş aralığında. Geri kalan 667 kişi yetişkinlerden oluştuğu görülüyor.
Son iki haftada İsrail bombardımanlarında ölen Filistinli sivillerin ve ölenlerin arasındaki çocukların sayısı ile toplama oranı -2,360’ı çocuk ve 1,292’si kadın olmak üzere 5,791 ölü ve 18,000’den fazla yaralı- 7 Ekim’deki olaylarda İsrail’in açıkladıklarından çok daha yüksek. [Çeviri yapıldığı sırada bu rakamlar %70’i çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşmak üzere 7,300 ölü, 19,000 yaralı ve hala enkaz altında ulaşılamayan binlerce Filistinli şeklindeydi]
Olay yerini yeniden ziyaret etmek
Hamas öncülüğündeki El Aksa Tufanı adlı cüretkar operasyon, 7 Ekim günü Filistin saatiyle yaklaşık 06:30’da dramatik bir şafak baskınıyla başladı. Buna, işgal devletinin 75 yıllık tarihinde olağanüstü bir gelişmeye tekabül edecek olan şeyin startını işaret eden ve işgal altındaki Kudüs’teki sessizliği bozan ikaz sirenlerinin kakafonisi eşlik etti.
Hamas’ın askeri kanadı Kassam Tugayları’nın sözcüsüne göre 1,500 civarında Filistinli savaşçı Gazze ile İsrail arasındaki zorlu ayrım duvarını aştı.
Ancak bu çıkış sadece Hamas güçleriyle sınırlı değildi; İslami Cihad (İC) gibi diğer fraksiyonlardan çok sayıda silahlı savaşçı ile herhangi bir örgütlü milis gücüne bağlı olmayan kimi Filistinliler de takip eden dakikalarda sınır hattını aştı.
Bunun sıradan bir direniş operasyonu olmadığının açığa çıkmasıyla, çoğu Cradle tarafından izlenen ve ölü İsrailli askerlerle yerleşimcileri içeren, çeşitli taraflar arasında ateşli silahlarla sıcak temas yaşanan ve İsraillilerin Gazze’ye rehin olarak götürüldüğü yüzlerce video hızlıca sosyal medyayı doldurdu.
Bu videolar ya İsraillilerin kendi telefonlarıyla kaydedildi ya da Filistinli savaşçıların kendi operasyonlarını kayda alması sonucu yayınlandı. Düpedüz şüphe uyandıran ve daha çok dehşet uyandıran iddiaların ortaya çıkışı ise saatler sonrasında gerçekleşti.
İspata dayanmayan ‘Hamas vahşeti’ iddiaları
Aviva Klompas, İsrail’in Birleşmiş Milletler misyonunun eski konuşma metni yazarı, “İsrailli kadınların tecavüze uğradığını ve bedenlerinin sokakta sürüklendiğini” iddia eden ilk kişiydi.
Klompas X üzerinden 7 Ekim (Filistin saatiyle) 21:18’de bunu paylaşsa da , 8 Ekim’de (Filistin saatiyle) 12:28’de Newsweek’te yayınlanan baş makalede herhangi bir cinsel şiddet bahsinde bulunmadı.
Klompas aynı zamanda “İsrail tedrisatını yeniden canlandırma ve Yahudi düşmanlığına karşı cesur kolektif mücadele” için çalışan “düşünce-eylem kuruluşu” Boundless İsrail’in kurucu ortağı. Bounless İsrail, sosyal medyada İsrail söylencelerini öne çıkarmak için çalışan “müdanasızca Siyonist” bir hayır kuruluşu.
Tecavüz suçlamalarının kanıtı olarak dillere pelesenk edilen örnek, bir pikapın arkasında yüzüstü filme alınan ve yaygın olarak öldüğü kabul edilen Shani Louk adlı Alman-İsrailli genç kadındı.
Louk’la birlike Gazze’den gelme taşıtın arkasında görüntülenen savaşçıların Hamas üyeleri olup olmadığı belli değildi, zira hiçbiri Kassam birliklerinin sembolünü ya da üniformalarını taşımıyorlardı – hatta bazıları sıradan sivil kıyafetler ve sandallar giyiyordu.
Sonradan, Louk’un annesi, kızının başından ağır şekilde yaralansa da hayatta olduğuna dair kanıtı olduğunu belirtti. Bu iddia, Hamas tarafından yayınlanan ve Louk’un yaraları nedeniyle Gazze’nin belirtilmeyen bir hastanesinde tedavi altına alındığını işaret eden açıklamayla inandırıcılığını artırdı.
İşleri daha da karmaşıklaştıracak şekilde, tecavüz suçlamalarının yükseldiği gün, İsraillilerin bu bilgiye erişimleri yoktu. Orduları, Filistin direnişi tarafından özgürleştirilen çoğuna değilse bile pek çok bölgeye henüz girememişlerdi ve hala çok sayıda noktada çatışma halindeydi.
Buna rağmen söz konusu tecavüz iddiaları çoktan kontrolden çıktı ve ABD Başkanı Joe Biden bile günler sonraki konuşmasında İsrailli kadınların Hamas tarafından “tecavüze ve saldırıya maruz kaldığı ile ganimet olarak sergilendiği” iddialarını dillendirdi. The Forward’ın 11 Ekim tarihli makalesinde, İsrail ordusunun bu suçlamaların hiçbiri hakkında bir kanıtı olmadığının belirtilmesi önemli.
Ordu daha sonra kafa kesilmeleri, ayak ampütasyonları ve tecavüzle ilgili kendi iddialarını öne sürdüğünde Reuters, “kimlik belirleme sürecini yürüten askeri personelin görsel veya tıbbi kayıt biçiminde herhangi bir adli delil sunmadığına” dikkat çekti. Hala da bu vahşet iddiaları için sunulan hiçbir gerçekçi kanıt yoktur.
Hamas’ın “40 bebeğin kafasını kesmesi” söylencesi gibi diğer korkunç iddialar da manşetlere ve sayısız batılı haber kaynağının ön sayfalarına taşındı. Biden dahi, “teröristlerin bebeklerin kafalarını kestiğine dair doğrulanmış fotoğraflar” gördüğünü iddia etti. İddiaların kökeni, daha önce Filistinlilere karşı şiddetli saldırıları kışkırtan ve Batı Şeria’daki Huwara kasabasının yok edilmesi çağrısında bulunan İsrailli yerleşimci ve yedek asker David Ben Zion‘a uzanıyor. Bu iddiaları destekleyecek hiçbir kanıt üretilmedi ve daha sonra Beyaz Saray da Joe Biden’ın bu fotoğrafları hiç görmediğini doğruladı.
Hamas planı
Filistinli savaşçıların 7 Ekim’de silahsız İsrailli sivilleri öldürme veya onlara zarar verme planı yaptıklarına -veya kasıtlı olarak buna yöneldiklerine dair- ya çok az ya da hiç ciddiye alınır cinsten kanıt bulunmuyor. Eldeki görüntülerden, onların öncelikli olarak silahlı İsrail güçleriyle çatıştıklarını, yüzlerce işgal askerinin ölümüne neden olduklarını görüyoruz. Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde’nin 12 Ekim’de açıkça belirttiği gibi:
“El Aksa Tufanı operasyonu, 15 noktada saldırılan Gazze Tümeni’ni ve ve ilaveten 10 diğer askeri müdahale noktasını yok etmeyi hedefliyordu. Gazze Tümeni’nin karargahı haricinde Zikim bölgesi ile bir dizi başka yerleşime saldırı gerçekleştirdik.”
Ebu Ubeyde ve öteki direniş yetkilileri operasyonlarının diğer kilit hedefinin İsrail tutukluluk merkezlerindeki çoğu kadın ve çocuk yaklaşık 5,300 Filistinli esirle takas için İsrailli rehineler ele geçirmek olduğunu iddia etti.
Hamas Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el Aruri, operasyon sonrasında yapılan bir röportajda şunu belirtti: “Elimizde oldukça yüksek sayı ve nitelikte subay var. Söyleyebiliriz ki esirlerimizin özgürlüğü kapıda.”
Fakat bu oyunu iki taraf da oynuyor: Gazze’ye askeri saldırının başından itibaren İsrail, işgal altındaki Batı Şeria’da 1,200’den fazla Filistinliyi toplayıp hapsetti. Bu güne dek direniş fraksiyonları ile Tel Aviv arasında –İsraillilerin sıklıkla son dakikaya kadar direndiği– 38 esir takası gerçekleştirildi.
Bu yönde beyanlar etrafa yayılırken, İsrail yetkililerinin gözaltındaki Filistinli mahkumlara yönelik kötü muameleyi, işkenceyi ve hatta cinayetleri tırmandırdığına dair haberler ortaya çıkıyor; bu Cenevre Konvansiyonu’nun ihlali demektir, hem de ironik bir şekilde Hamas gibi devlet dışı bir aktör ona riayet eder görünüyorken.
7 Ekim’deki gelişmelerle alakalı olarak ortada, Filistinli savaşçıların giriş yapabilmesi maksadıyla kuvvetle muhtemel silahsız İsraillilerin araçlarında yahut yerleşke girişlerinde öldürüldüğünü gösteren videolar var.
Aynı zamanda savaşçıların silahlı İsrail kuvvetleriyle çatışmalara girdiğini, silahsız İsraillilerinse iki ateş arasında kalıp siper almaya çalıştığı videolara ek olarak, savaşçıların evlere doğru ateş ettiği ve müstahkem bölgelere el bombaları attığı videolar mevcut. Görgü tanıklarının ifadeleri, ayrıca el bombalarının sığınaklara da atıldığını belirtiyor, ancak kim tarafından olduğu net değil.
Filistinli savaşçıların operasyonları sırasında gerçekleştirdiği tek ölümcül saldırı olarak gösterilen İsrailli “rave” etkinliğinde bile, İsrail güçlerinin silahsız sivillerden oluşan bir kalabalığın arasında Hamas olduğuna inandıkları hedeflere ateş açtığını gösteren videolar ortaya çıktı. üyeler. ABC News ayrıca bir İsrail tankının festival alanına doğru ilerlediğini bildirdi.
Be’eri Kibbutzu’nda İsrail katliamı mı?
Be’eri Kibbutzu’ndan yaptıkları haberde ABC News bombalanmış bir evin dışında İsrail mühimmatına benzeyen top mermisi parçaları fotoğrafladı. Muhabir David Muir, daha sonrasında plastik torbalarla sarılı Hamas savaşçılarının kaydedildiğinden bahsetti.
İlaveten, olay yerinden videolar, evlerin Hamas savaşçılarının sahip olmadığı türden mühimmatlarla vurulduğunu gösterdi. Muir, bir binada yaklaşık 14 kişinin Filistinli savaşçılar tarafından rehin alındığını belirtmişti.
20 Ekim’de yayınlanan ve İngilizce olarak yalnızca bir Mondoweiss makalesinde bahsi geçen, mutlaka okunması gereken İbranice bir Haaretz makalesi, o gün Be’eri’de olup bitenlere dair çok farklı bir hikaye anlatıyor. Evinden uzakta olan ve eşi hengame sırasında öldürülen bir Kibbutz sakini çarpıcı yeni ayrıntıları ortaya koyuyor:
“O sırada evinin sığınağında kuşatılmış olan partneri aklına gelince sesi titriyor. Ona göre, anca Pazartesi gecesi (9 Ekim) ve anca sahadaki komutanlar, rehinelerle birlikte teröristleri de ortadan kaldırmak için evleri tüm sakinleriyle birlikte bombalamak dahil zor kararlar verdikten sonra, IDF kibbutzun ele geçirilmesini tamamlayabildi. Bedel korkunçtu: En az 112 Be’eri’li öldürüldü. Diğerleri kaçırıldı. Katliamdan 11 gün sonra dün, yıkılan evlerden birinde bir anne ve oğlunun cesetleri bulundu. Enkaz altında hâlâ daha fazla cesedin bulunduğuna inanılıyor.”
Be’eri’deki yıkımın fotoğraflanmış kanıtları onun tarifini doğruluyor. Sadece İsrail ordusunun sahip olduğu ağır mühimmatlar mesken konutları bu şekilde yok edebilirdi.
Hamas eylemleri: Kanıt suçlamalara karşı
Be’eri Kibbutzu’ndan sağ kalan bir tanık, Yasmin Porat, İsrail devletinin yayın kuruluşu Kan’da yayınlanan bir radyo programında, İsrail güçlerinin “rehineler dahil herkesi öldürdüklerini” söyleyip “çok ama çok yoğun bir çapraz ateş vardı” dedi, hatta tank atışları yapıldığını kaydetti.
Porat, rave etkinliğine katılmıştı ve İsrail medyasıyla yaptığı farklı röportajlarda maruz kaldığı insani muamele lehine tanıklık etmişti. Esir tutulduğunda Hamas savaşçılarının “kendilerini koruduğunu” ve ona İbranice “Bana iyi bak, seni öldürmeyeceğiz. Seni Gazze’ye götürmek istiyoruz. Seni öldürmeyeceğiz. O yüzden sakin ol, ölmeyeceksin.” dediklerini aktardı ve şunları da ekledi:
“Arada bize içecek bir şeyler verdiler. Gergin olduğumuzu gördüklerinde bizi sakinleştirdiler. Çok korkutucuydu ama kimse bize şiddet uygulamadı. Çok şükür başımıza medyada duyduğuma benzer şeyler gelmedi.”
Giderek artan ve İsrailli yetkililerin ve haber kuruluşlarının canını sıkacak şekilde, İsrailli görgü tanıkları ve katliamdan kurtulanlar Filistinli savaşçılar tarafından iyi muamele gördükleri yönünde ifade verdiler. 24 Ekim’de, İsrail devlet yayıncısı Kan, esir alınan ve önceki gün Hamas tarafından serbest bırakılan Yocheved Lifshitz’in canlı yayında açıklamada bulunmasından yana yakıla pişman oldu.
Zira Kızıl Haç arabulucularına teslim edildiği sırada İsrailli yaşlı esir kadının dönüp Hamaslı tutsak alıcısının elini sıktığı anlar kameralara yansıdı. Lifshitz’in iki haftalık zorlu deneyimine dair konuştuğu canlı yayını Hamaslı tutsak alıcısını “insancıllaştırırken” daha da ileri gidip Filistinli savaşçılarla günlük yaşantısını da sayıp sıraladı:
“Bize karşı çok sıcakkanlı davrandılar. Bizimle ilgilendiler. İlaç verdiler ve tedavi ettiler. Yanımızdaki adamlardan biri motosiklet kazasında ağır yaralanmıştı. Onların (Hamas) sağlık görevlileri yaralarına baktı, kendisine ilaç ve antibiyotik verildi. Munis davrandılar. Ortamı çok temiz tuttular. Bizimle oldukça ilgilendiler.”
Yanıtlardan daha fazla soru
Sahadaki Batılı gazetecilerin birçok raporunda Hamas savaşçılarının eylemlerine ilişkin bilgilerin çoğunluğu, çatışmanın aktif tarafı olan İsrail ordusundan geldiğini kabul etmek önemlidir.
Ortaya çıkan kanıtlar, özellikle altyapı hasarının boyutu itibariyle, İsrail askeri güçlerinin kasıtlı olarak esirleri öldürmüş, yanlış hedeflere ateş açmış ya da çatışmalar esnasında İsraillileri Filistinlilerle karıştırmış olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Ortaya atılan ciddi bir iddia için tek bilgi kaynağı İsrail ordusuysa, o zaman onların dost ateşi vakalarını gizlemek için gerekçeleri olduğu da dikkate alınmalıdır.
Takip eden günlerde dahi çok sınırlı gerçek savaş tecrübesine sahip İsrail ordusunda dost ateşi vakaları oldukça yaygındı. 8 Ekim’de Aşkelon (Askalan) şehrinde İsrail askerleri, Hamas savaşçısı olduğunu zannettikleri bir adama ateş açıp öldürdü ve yerdeki cesedine hakaretler yağdırdı, ancak sonrasında infaz ettikleri kişinin İsrailli olduğunu fark etti. Bu örnek, İsraillilerin kendi askerleri tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan, bir gün içinde gerçekleşen üç dost ateşi örneğinden yalnızca biri.
Savaşın sisinin ortasında, çatışmanın tarafları, ilk baskın sırasında ve sonrasında yaşananlar konusunda farklı bakış açılarına sahip. Filistinli silahlı grupların İsrail ordusuna ciddi kayıplar verdirdiği muhakkak ancak önümüzdeki haftalar ve aylarda diğer her konuyla ilgili pek çok tartışma sürecek.
Çatışmaya dahil olan tüm taraflardan bilgi alımına erişebilen; bağımsız, tarafsız, uluslararası bir soruşturma acilen gerekli. Ne İsrailliler ne de Amerikalılar buna yanaşmayacaktır ki bu bile Tel Aviv’in gizleyeceği çok şey olduğunu düşündürüyor.
Bu zaman zarfında ise, Gazze’deki Filistinli siviller, var olan en gelişmiş ağır silahlarla devam eden, ayrım gözetmeyen saldırılara katlanmakta ve sürekli olarak zor yoluyla ve geri dönüşü olmayan muhtemel bir tehcir tehdidi altında yaşamakta. İsrail’in böylesi hummalı bir hava saldırısı, ancak 7 Ekim ve sonrasında medyada yayılmaya başlayan, asılsız “Hamas vahşeti” hikayelerinin seli sayesinde mümkün oldu.