Daha önceki yazımızda 1923 İzmir İktisat Kongresi’nin Lozan Konferansı sürerken Batı kamuoyuna yönelim ve gidişat mesaj ve garantisi vermek için yapıldığını yazmıştık. Yönelim emperyalist sistem ile birlik olunduğu, kapitalist kalkınma yolunun izleneceği idi. Bunun uygulanabilmesi için bağımsızlık talep ediliyordu. Elbette bunun için de yabancı sermaye. Bunun sağlanabilmesi için de sermaye kaynağı olan ülkelere Osmanlı borçlarının ödeneceği peşinen taahhüt ediliyordu. Bu yolun tutulacağı kurtuluş savaşı sürerken Fransız ve Amerikan şirketleriyle yapılan anlaşmalarda belirlenmişti. Emperyalizm döneminde kapitalizme eklenmek istem dışı da olsa bağımlılık ve sömürgeleşmeyi getirir. 1908’den başlayarak kemalizm de dahil Türk Burjuva Devrimi’nin trajedisi de burada yatar.
Böyle olacağı Abdülhamit döneminde Almanya ile yapılan Berlin Bağdat Demir Yolu Hattı Anlaşması’ndan bile bellidir. Bügünkilerle şaşırtıcı benzerlikleri nedeni ile bu anlaşmanın ana değerlendirmesi yapılırsa:
- Her şeyden önce demiryolu inşaası kendi parası ile yapılsa Osmanlı’ya daha ucuza maal olacaktı. Demir yolu hattının her iki yakasında belli mesafedeki her türlü maden ve zenginlik kaynakları Almanya’ya ait olacaktı.
- Dermir yolu hattında ve özellikle tahıl ambarı olan Konya Ovası’nda Almanlar çiftlikler kuracaklardı.
- Demir yolunda belli zamanda belirlenen geçim geliri sağlanmazsa Almanya’ya ödeme yapılacaktı. DİKKAT: Akp’nin yaptığı yol, köprü, havaalanı geçiş garantilerinden söz etmiyoruz, Abdülhamit zamanından örnek sonuçlar veriyoruz. Yukarıda belirttiğimiz Fransız, Amerikan şirketleri ile yapılan anlaşmalardan ikincisi iptal edilse de aynı özellikleri taşıyordu.
İzmir İktisat Kongresi de en azından anlayış ve zorunlu pratik açısından bunların devamı olan liberalizmi kapitalizme hedeflemesi ve bugünün önceli olma özelliğini taşır. “Galat-ı Meşhur” olarak sapmaya uğradığı için bugün ki hallere gelindiği ağlaşmaları hiçbir doğruluk taşımaz. Yeri gelmişken değinelim. Kemalizm ve CHP’nin altı ilkesinden biri olan Devletçilik bir ekonomik ve toplumsal üretim biçimi değildir. İktidarda olan sınıf-lar-ın uyguladığı bir yöntem, modeldir. Türkiye’de de bir kalıcı olarak değil 1929 İktisat Bunalımı’ndan çıkabilmek için tüm kapitalist dünyada uygulandığından gündeme geldi. Kapitalizmden çıkmak için değil, daha istikrarlı hale getirmek, stabilize etmek için gündeme geldi. Kapitalist sistemdeki Serbest Rekabetçi, Keynesçi, Friedmancı vd. model/yöntemlerden biridir. Kesinlikle sınıf iktidarı damgasını taşır. Nitekim Lenin de NEP uygulamalarını “devlet kapitalizmi” olarak belirlemiş, ancak işçi köylü iktidarının bir uygulaması, sosyalizme geçişin bir biçimi olarak nitelemiştir. Kemalizm/CHP’nin devletçiliği “milli iktisat” olarak adlandırılan, kapitalizmi inşa etme, “milli ve yerli” burjuvazi yaratma amaçlıdır. Bu, Menderes’in “her mahallede bir milyoner yaratma” sözlerinin aslı “milyarder” olarak Mustafa Kemal’e aittir. Bu bağlamda niteliği değiştirmeyecek farklılıklarla CHP-DP-AP-ANAP-AKP bir zincirin halkaları olmak üzere süreklilik taşır.
Birilerini yerinden hoplatır mı bilemeyiz ama. Evren-Özal- RTE dönemlerinin bu zincirden kopuş değil halkalarından biri olduğunu ısrarla vurguluyoruz. Teorik olarak bu zincirden kopuş, ancak farklı bir ekonomik-toplumsal sistem olan emperyalizme yönelmekle olabilir. Kapitalist sistem içinde kalındığı sürece sisteme ve başında olanlara “uyum” gösterilmek zorundadır. CIA-IMF-Dünya Bankası-Kemal Derviş dikteleriyle yazılıp yürütülen 24 Ocak-12 Eylül-Özal uygulamaları bugün de sürmüyor mu? Kayırılan kollanan önde gelen isimlerin değişmesi dışında sınıfsal olarak ne değişti? Jön Türk-İTC-Kemalizm kurucuları hiç böyle olsun istememiş olabilirler, bundan eminiz. Yanlış yol doğru hedefe varamaz. Girilen yolun buraya çıkacağı da kesin. Bu nedenle AKP muhalefetlerini yol/düzen aynı kalmak üzere yöntem parti ve kişi değişikliğini mi isteyip istemediklerine karar vermeleri gerekir.
AKP/İslamofaşizm karşısında zaten ayrımlarını koyamayıp her an sallanan sosyalist zanlılarının, “Cumhuriyetin kazanımları” yaftasıyla kemalistleşenlerin ise daha fazla..
Hiç kimse AKP/RTE’ın özel sektör ve kapitalizm karşıtı olduğuna iddia edemez. Ancak ve elbette kemalizmin de aynı temel özellikleri olmasından hareketle ikisi eş tutulamaz. Kapitalizmin emperyalist aşamasında hiçbir ülkenin sosyalizme yönelmedikçe “emperyalist üretim tarzı” (Mahir Çayan) dışında kalması mümkün değildir. YDD’nin de küreselleşmenin taşıdığı anlam tam da budur. Yolsuzluk, ihale, iş kayırmacılığı ve şatafat düşkünlüğü, dolandırıcılık verili koşullara bağlı olarak kapitalizmin her dönem ve aşamasında olmuştur, olacaktır. Sınıfsal, siyasal sömürü, artı değer üretimi ancak bunlarla olasıdır. Bizim sol safozlarda bile “demokrasinin beşiği” yerleşik kanı olan metropollerde yolsuzluk olmadığını mı sanıyorsunuz? Halen Bayen Munih Kulübü başkanı olan iş adamının 29 Milyon Avroluk vergi borcu karşısında 1,5- 2 sene İtalya Başbakanı Berlusconni’nin seks suçlarından aynı şekilde yaşlılar yurdunda hizmetle affedildiklerini anımsatmak yeterli mi ?..
Elbette tarihsellik ve determinizm anlamında şekilsel olarak bile olsa ileri deneyimlerden dersler çıkartmak yararlanmak gerekir. Ancak salt bundan ibaret olsa Abdülhamid’in en ilerici, modernist, yenilikçi adledilmesi mümkündür. Bu bağlamda kemalizm işgalden kurtuluş, monarşizm-padişahlık yerine seçilmişlik ve yurttaşlık hukuku vd. modernleşme reformlarıyla ilericidir. Ancak kapitalist özü ve yönelimi bir an bile akıldan çıkarılmamalıdır. Kapitalizm uygulama ve anlayışları “Bedevi talancılığı ve Mekke kumaş tüccarlığı” zihniyetiyle sınırlı AKP-RTE’a karşı mücadele emparyalizme, kapitalizme, faşizme karşı mücadele bağlamına oturtulmalıdır. Bu da “Mustafa Kemal askerliği”, olmayan “kemalizm laikliği” ile sınırlandırılamaz. Bugünkü CHP kemalizmi gerçekten AKP ve faşizme karşıysa, “bağımsızlık karakterimdir” diyen Atatürk’ün izindeyse; emperyalizmle ilişkilere, NATO’ya, YDD’e, AB’ne karşı her şeyden önce “Bağımsız Türkiye” yanlısı olmalıdır.
Biz devrimcilerse kesinlikle biliriz ki “Ya Barbarlık, Ya Sosyalizm”dir, ikisi birden değil. Bunun içinse:
Emperyalizmle bütün ilişkiler koparılmalı, ülke bağımsızlaşmalı, üretenin yöneten olacağı gerçek demokrasi için kitleler biran önce ve en sağlıklı şekilde örgütlenmelidir.