12 Eylül’e sınıfsal bakış ve darbe analizi
Eğer bugün aradan geçen 44 yılın gösterdikleri de dikkate alınarak 12 Eylül’ün ne olduğu, neyi amaçladığı, kimlerin hangi bağlamlardaki ihtiyacı olduğu değerlendirilecek ve 12 Eylül’ün antitezi, sınıfsal karşıtlığı vb. aranacaksa adresin Devrimci Yol olduğunu söylemek hiç de abartılı olmayacaktır. Görmek, anlamak ve öğrenmek isteyenler için süreç pek çok şeyi açığa çıkardı. Bunlardan öğrenmek, dersler çıkarmak yerine kimisi, Devrimci Yol’un THKP-C’nin neden devamı olamayacağını, şakası bile yapılamayacak cahilce yöntemlerle kanıtlamaya(!) çalışırken; hayatında faşizme bir taş dahi atmamış bir başkası Devrimci Yol’u silahlı direniş “yapamamış değil yapmamış” olmakla eleştiriyor.
Sayfalarımızı bu kişisel hezeyanlara yanıt vermekle elbette doldurmayacağız. Bunun yerine 44 yıl sonra bugün geçmişi kişisel aynalarda kırıp tüketme yarışı yapanların aksine, Devrimci Yol’un ne olduğunu ve ne olmadığını, bugüne izdüşümlerini vb. anlatmaya devam edeceğiz. Bugün için konumuz; Devrimci Yol perspektifiyle, sınıfsal bakışla 12 Eylül.
Yöntemde sınıfsal ölçekler
12 Eylül’ün üzerinden 44 yıl geçti. Bu süre içinde yaşananlar 12 Eylül’ün ne olduğunu, neyi amaçladığını görebilmek açısından pek çok veri sunuyor. Buna rağmen 12 Eylül’ün, her yıldönümünde karşılaştığımız değerlendirmelerde olduğu gibi yoğunlukla, sınıfsal niteliklerinden çok öznel bağlamlar içinde ele alındığı görülüyor.
12 Eylül, bugün karşılaştığımız tablonun, ülkenin getirildiği yerin sebebidir; ilk adımıdır.
12 Eylül, emperyalizmin ve işbirlikçi sermayenin çıkarları dahilinde ülkeye tepeden tırnağa müdahale edilmesidir. Tam da bu nedenle, yeniden sömürgeleştirme ve uluslararası işbölümü konuşulmadan 12 Eylül’ün anlatılması eksik kalır.
12 Eylül, faşist diktatörlüktür; diğer bir ifadeyle açık faşizmdir. Bu süreçte devrimcilere yönelik olarak gerçekleştirilen saldırılar, 12 Eylül darbesinin temel nedeni değil, temel nedene bağlı bir olgudur.
Ülkeye tepeden tırnağa müdahale edilir ve adeta bir deli gömleği giydirilmek istenirken ilk itiraz edecek örgütlü kesimler olarak devrimcilere saldırılmış, örgütlülükleri dağıtılmak istenmiş, tutsak alınmışlardır. Yoksa darbenin salt bu nedenle gerçekleştiği tezi çok kısır bir değerlendirme olur. Bugünkü sonuçlar, neoliberal tasarımda ulaşılan aşama, ülkenin/halkların neler yitirdiği; emperyalizme bağımlılığın, işgalin, yağmanın ve sermaye egemenliğinin geldiği boyut 12 Eylül’ün neden gerçekleştiğini gösteren en somut olgudur. Kısacası, neoliberalizm konuşulmadan, 24 Ocak Kararları konuşulmadan, 12 Eylül anlatılamaz.
Devrimciler/Marksistler, “kimin darbesi, kim için darbe, kimlerin ihtiyacı?” diye sorar ve bu sorulara verilecek yanıtlar bizi doğru sonuca götürür. Türkiye’de sıkça darbeye ihtiyaç duyulmasının veya bugün olduğu gibi bir “darbe iklimi”ne geçilmiş olmasının nedeni emperyalizme bağımlılıktır. Çünkü yeni sömürgecilik, Türkiye’nin kendi iç dinamikleri ile gelişen bir süreç değil Türkiye’ye zorla dayatılan bir süreçtir; ülkenin kendi iç dinamiklerine ve halkların çıkarına ters bir olgudur. Bu nedenle yukarıdan aşağı dayatılan çarpık kapitalizm veya bir başka ifade ile emperyalist üretim ilişkileri sık sık güncellenmeyi gerektirir.
Devrimcilere düşen görev de süreçteki güncellemeleri/değişimi dikkate alarak, şablonlarla veya ezberle değil mücadelenin ihtiyaçlarına göre konumlanmak, araç ve yöntem geliştirmektir. Bu çerçevede, dönem dönem yaptığımız gibi 12 Eylül’ü bir kez daha çeşitli sorular üzerinden değerlendirdik.
SORU: Darbe, salt solu/muhalefeti ezmek için mi gelir; örneğin 12 Mart sonrasında solda yaşanan toparlanma ve yaygınlık, 12 Eylül sonrasında yaşanmadı. Bu bağlamda solun darbeler sürecindeki durumu, süreçteki farklar vb. açısından nasıl değerlendirilmelidir?
YANIT: Darbeyi, egemen sınıflar açısından ihtiyaç haline getiren nedenler üzerinden değil de sola yönelik saldırılar üzerinden değerlendirmek sıkça karşılaşılan bir tarz, bir yanılgıdır. Gerçekte her darbenin bir ekonomi politiği vardır. Dolayısıyla da darbe, önüne koyduğu amaçlara ulaşmak, başarılı olmak için genelde muhalefeti özelde sol yapıları dağıtmayı, direnç noktalarını, itiraz potansiyellerini bastırmayı amaçlar. Ancak darbeleri salt bu nitelikleri üzerinden okumak, darbeye sebep asıl nedeni ıskalamaktır.
Sermaye ve iktidarlarının, yaşananlardan dersler çıkardığı, buna bağlı olarak yeni araç ve yöntemler, teknikler vb. geliştirdiği biliniyor. Örneğin 12 Mart sürecinde 3 önder (Mahir, Deniz ve İbrahim) katledildi. Ancak devamında beklediklerinin aksine katledilen önderlerin ideolojik politik mirasını sahiplenen, hızla toparlanan yüzbinler sahnedeki yerini aldı. Örgütler, yeniden ve daha gelişkin biçimde ortaya çıktı. Kendini güncelledi ve kapsam büyüterek yükselen muhalefet dalgasına omuz verdi, nitelik kazandırdı.
İşte bu süreçten çıkarılan derslere bağlı olarak ve neoliberalizmin gerekleri çerçevesinde 12 Eylül’de egemen sınıflar, önderlikleri fiziken yok etmek yerine ideolojik olarak öldürmeyi tercih etti. Hapishanelerde çeşitli biçimlerde ideolojik olarak öldürülen, çözülen, hatta değerlerini belli olanlarda yitirmesi sağlanan insanlar dışarı çıktığında duruşunu bu değer yitimi paralelinde geliştirdi. Özellikle ’90 sonrasındaki süreçte bir otolikidasyon yaşandı. Yani kendi kendini tasfiye söz konusu oldu.
Yapıların adı değişti, mücadelenin rotası değişti, programı değişti; kendi kendini bütünüyle dağıtan yapılanmalar bile oldu. Bunun tesadüf olmadığını “ideolojik olarak öldürme” dediğimiz tükenmeye, çözülmeye bağlı olarak yaşandığını düşünüyoruz.
12 Mart ile 12 Eylül arasında kısaca böyle bir farkın altının çizilmesi gerektiğine inanıyoruz. Ayrıca 12 Eylül sonrasında bencilliğin, köşeyi dönmeciliğin, bireyciliğin, kişisel kurtuluş fikrinin bu denli yaygınlaşmış olmasının bir tesadüf olmadığını ve bugüne kadar sarkan sonuçlarının olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bugün solun belli oranlarda gündemden düşmüş olması, kendini geliştiremiyor olması, yaşadığı çeşitli sıkıntılar tabii ki sadece 12 Eylül ile açıklanamaz ama 12 Eylül’ün hala solun üzerindeki etkisi bağlamında yaşayan bir yanı var.
SORU: 12 Eylül nedir; nasıl tanımlanmalıdır?
YANIT: Bu konuda çeşitli tanımlar yapılabilir. Örneğin 12 Eylül, 24 Ocak Kararlarıdır; bu kararların uygulanmasıdır. Gümrük duvarlarının, sübvansiyonların, uluslararası tekellerin doğrudan yatırımlarının ve serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. İthal ikameciliye son verilmesidir; genelde yabancı sermayenin özelde de işbirlikçi sermayenin hareket serbestisinin önündeki tüm engellerin kaldırılması, kamucı olan her şeyin ve sosyal devletin yok edilmesi, kamu mallarının ve doğal kaynakların özelleştirilmesidir. 12 Eylül, Türk İslam sentezidir. 12 Eylül, halkın bir bütün halinde tutsak alınmasıdır.
12 Eylül’ün önemli niteliklerinden biri de ’61 anayasasının bütünüyle yok edilmesidir ki ilk adım zaten 12 Mart‘ta atıldı; o süreçte Ulaş Bardakçı, mahkeme savunmasında “Nihat Erim hükümetinin ilk reformu neden anayasayı değiştirmek olmuştur?” diye sorar. Çünkü o gelinen aşamada artık anayasa önlerinde bir engel olarak durmaktaydı. 12 Mart’ta belirli oranlarda değiştirilmiş ama 12 Eylül’de bütünüyle silinmiştir.
Bu yaptığımız tanımlar dışında ayrıca patronların 12 Eylül tanımı var. O süreçte TİSK başkanı Halit Narin “20 yıldır biz ağlıyoruz bundan sonra işçiler ağlayacak” der. Gerçekte bu, 12 Eylül’ün özetidir. Vehbi Koç Özal için “o bizim sorunlarımızı çok iyi biliyor.” der. Nitekim sonrasında Özal’lı süreçler başladı. Özal’ın bizzat kendisi 24 Ocak kararlarının uygulanabilmesi için mutlaka ücretlere disiplin uygulamak gerektiğini söyler. Gerçekte bu, maliyetlerin düşürülmesidir. Devamında yaklaşık 20 yıl Türkiye’de yapısal uyum programları uygulandı Bunun içerisinde 90’lı yıllar Çiller dönemi vb. de var. Ama 2000’li yıllara gelindiğinde ikinci kuşak yapısal uyum programları uygulanıyor. Bu, 1946’da başlayan yeni sömürgeciliğin çeşitli müdahalelerle kesintisiz biçimde devam ettiğini gösteriyor.
Yeniden sömürgeleştirme, bir darbeyle olabildiği gibi dönem dönem bir takım düzenlemelerle güncellendi. Bu aynı zamanda süreç içinde darbelerin nasıl evrildiğinin de ifadesidir.
Neoliberalizmden söz etmişken kısa da olsa Şili’ye ve oradaki darbeye değinmek gerekiyor. Çünkü Şili bu konuda bir çeşit laboratuvardır. 1973’teki Pinochet darbesinden önce bir hazırlık yapılıyor. Şili’li iktisat öğrencileri bizzat Freedman tarafından Chicago Üniversitesi’nde ABD bursuyla eğitiliyor. Sonra da bu Şilili öğrenciler /iktisatçılar darbe sürecinde neoliberalizmin Şili’de uygulanmasında kilit rol oynuyor. Ve devam eden süreçte yine 1973’te Uruguay’da 1976’da Arjantin’de benzer bir darbe yapılıyor. 1976’da da Freedman nobel ödülü alıyor. Bunların hepsini 80’e bir çeşit hazırlık olarak görebiliriz. 1980’de neoliberalizm bütün dünyada bir iklime dönüştü. Kısacası 12 Eylül’ü bu açıdan görmekte yarar var.
SORU: Darbelerin ve biçimlerinin de evrim geçirdiğini söyleyebilir miyiz?
YANIT: Türkiye’de darbeler tarihini anlamak, öncelikle yeni sömürgeciliği, diğer bir ifadeyle 1945 sonrasında nelerin nasıl değiştiğini anlamayı gerektiriyor. Bu tarih aynı zamanda İngiliz hakimiyetinin yerini ABD’ye bıraktığı tarihtir. 1945’e kadar ABD’de Monreo doktrini uygulanmaktaydı. Buna göre ABD kendi kıtası dışındaki yerlere müdahale etmiyordu. Ancak 2. Yeniden Paylaşım Savaşı ile beraber ABD’de muazzam düzeyde bir sermaye birikimi yaşandı. Deyim yerindeyse sermaye kıtaya sığmaz hale geldi. Ayrıca ücretlerin yüksekliği ve benzeri nedenlerle amaçlanan kâr oluşmuyor yani kârda bir düşme söz konusu oluyordu.
İşte o sınırlarına sığmayan sermayenin tüm dünyaya açılması, kapitalizmin yukarıdan aşağıya geliştirilmesi, kıtaların derinliğine sömürüsü, kör bir nokta kalmayacak şekilde kapitalizmin tüm dünyaya yayılmasıdır aynı zamanda Yeni sömürgecilik. Monreo doktrininin yerini Truman doktrini alırken, Marshall yardımı ile yıkılan Avrupa yeniden inşa edildi. Türkiye gibi ülkelere de yeni sömürgecilik dayatıldı.
Bu süreçte emperyalist güçler kendi aralarında bir iç örgütlenmeye giderken bağımlı ülkelerde yeni bir örgütlenme geliştirdiler; buna IMF, OECD, GATT gibi kurumlar eşlik etti. Mesela OECD için NATO’nun iktisadi birimi, iktisadi boyutu diyebiliriz.
Çeşitli kurumsallaşmalar ve anlaşmalar eşliğinde geliştirilen süreç, zaman içinde ihtiyaca bağlı olarak sürekli güncellendi. Tekelci sermayenin hakimiyeti ve emperyalizme bağımlılık arttı. Bu aynı zamanda yeni sömürgeciliğin, emperyalizme bağımlılığın yerinde saymadığının, ihtiyaca bağlı olarak yeniden sömürgeleştirmenin yaşandığının ifadesidir.
Bugün Türkiye’de örneğin ekonomi, doların yüksekliği ve benzeri tartışılırken, Türkiye’nin kendi iç dinamiği ile gelişmediği, çarpık bir kapitalizmin söz konusu olduğu, uluslararası yeniden işbölümü içerisinde kendisine görevler verildiği gerçekliğinin üzerinden atlanmamalıdır. Örneğin Türkiye’de stratejik ürünler diyebileceğimiz şeker, tütün dahil, tarımının nasıl tüketildiği ve o alanlarda yabancı tekellerin nasıl cirit atar hale geldiği görülebildiğinde yeni sömürgecilik daha iyi anlaşılabilir.
Darbelerde, ihtiyaca ve koşullara, gelişmelere bağlı olarak bir evrim yaşandığını söylemek mümkün. Özellikle 12 Eylül’den sonra bir daha askeri bir müdahaleye ihtiyaç duymayacak şekilde/nitelikte düzenlemelerin yapılmaya başlandığını söyleyebiliriz. Bu, artık hiçbir şekilde askeri darbeye başvurulmayacağı anlamına tabii ki gelmiyor. Ancak AKP’li süreç gösterdi ki emperyalizm ve tekelci sermaye, arada bir askeri darbe yapıp tepki çekmek yerine, bir çeşit darbe iklimi oluşturup, azami çıkarları sürekli olarak gözetmeyi, ihtiyaç duyulan yasaları gerektiğinde her gece çıkarabilen bir işleyiş oluşturmayı tercih ediyor.
SORU: AKP’nin doğrudan böyle bir işlev ve ihtiyaçla iktidara getirildiği söylenebilir mi?
YANIT: Evet onun öncesinde üçlü koalisyonun dağıtılması da Kemal Derviş’li müdahale de ve devamında AKP’nin özel yetkili parti olarak görevlendirilmesi de emperyalizmin ve işbirlikçi sermeynin iradesinden ve ihtiyaçlarından bağımsız değildir. 15 günde 15 yasa ile özetlenen programın niteliği de iktidarın önüne konulan ödevler de gerçekte bir darbenin işlevlerine denk niteliktedir.
Adına ister “ileri demokrasi,” isterse “darbelerle, vesayetle hesaplaşma” vb. Denilsin, 2010 da 2016 15 Temmuz’u da OHAL’li veya OHAL’siz süreç de sınıfsal niteliği itibariyle bir darbe iklimidir. 24 Ocak kararlarında amaçlanan Türkiye’ye ulaşıldığının, neoliberalizmin hayatın her kesitinde gereğinin yerine getirildiğinin ifadesidir.
Burjuva partiler arasında muhalefet dahil önemli farkların kalmamış olması, dün halkın olası tepkisi nedeniyle atılamayan kazanılmış hakların gaspı, orman yağması vb. adımların bugün bir kararname ile kolayca atılması, sadece sistemin ne denli kurumsallaştığını değil, neoliberralizmin aynı zamanda tüm muhalif seslerin susturulması, tüm itiraz potansiyellerinin etkisizleştirilmesi anlamına geldiğini gösteriyor.
12 Eylül’ün hafızalarımızda dirilttiği pek çok anı, pratik, başarı öyküsü, acı vb. vardır. Devrimci Yol perspektifiyle anımsayacak olursak ve “Zafer daima emekçi halkların faşizme karşı birleşik devrimci savaşının olacaktır” diyorsak, bunun gereği olarak bugün hiç zaman kaybetmeden, halkların mücadele birliğini, en geniş kardeşliği ve yoldaşlığı örgütlemektir.